Dün, Bugün ve Yarın Yaşlılık
-
DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE YAŞLILIK
Sayın Bakanım, Değerli Başkanlar, Sayın Konuklar,
Öncelikle üye sayısı itibariyle Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşlarından olan ve ülkemizdeki en mağdur kesimin temsilcisi Türkiye İşçi Emeklileri Derneği adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Türkiye İşçi Emeklileri Derneği; ülke genelinde 86 şubesi ve Ankara’daki Genel Merkezi ile emeklilerin ve onları içine alan yaşlıların sorunlarına dikkat çekmek ve onlara çözüm üretmek adına çalışmalar yapmaktadır.
Derneğimiz Türkiye Emekliler Platformu’nun ve Yaşlılık Platformu’nun kurucu üyesidir. Aynı zamanda Avrupa Birliği’nin yaşlılar ve emekliler platformu olan AGE EUROPE’da gözlemci üye sıfatıyla ülkemizi temsil etmektedir.
İnsan ömrü giderek daha da uzuyor. Sağlık alanındaki gelişmeler, teknolojik alandaki ilerlemeler daha kaliteli ve uzun bir yaşamın önünü açıyor. Uzayan yaşam, yaşlılık süresini ve yaşlı nüfusunu artırıyor. Bu sorunla daha önce karşılaşan ülkeler tedbirlerini almaya başlamışlar. Genç nüfusu daha fazla olduğu için diğer ülkelere göre daha şanslı durumda olan ülkemiz bugünden ulusal yaşlılık politikalarını belirleme zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Toplumumuz gittikçe yaşlanmaktadır. Yaşlı nüfus olarak tanımlanan 65 yaş ve üzeri nüfusun toplam nüfusumuz içindeki payı 1945’de %3,4 iken 1965’de %4, 1975’de %4,6; 2006 yılında ise %8’e yaklaşmıştır. Bu oransal ilerleme daha önceki tahminlerin üzerinde hızla seyretmektedir.
Gerontologlara göre nüfusun %14’ünden fazlası 65 yaş üstü bireylerden oluşan toplumlar, yaşlı olarak adlandırılıyor. Dünya genelinde nüfus artış oranının düşmesi ile dünya yaşlı nüfusu sayısı sürekli arttı. 2020’de yaşlı nüfusunun 1 milyara, dünya nüfusunun 7,5 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir.Dünya nüfusunda her ay 800 bin kişi yaşlılığa adım atıyor. Dünya genelinde nüfusu 1 milyonun üzerinde bulanan 152 ülkeden 41’inin yaşlı nüfus oranı %10’un üzerinde vebu ülkelerden 32’si Avrupa kıtasında. Amerika Birleşik Devletleri ()nüfusunun %13’ü yaşlılardan oluşurken Avrupa Birliği (AB) ortalaması, nüfusun %16’sı yaşlıdır. ABD’de yaşam beklentisi ortalama 77 yıl ve 30 yıl içinde her 5 Amerikalıdan biri yaşlı olacak. AB ortalamasında ise her 7 kişiden biri yaşlı olacak. Ortalama yaşam beklentisi ülkemizde 70 ve bu AB içinde en düşük bir seviyede. Bizden düşük yaşam beklentisi olan ülkeler 59 yıl ile Rusya, 63 yıl ile Ukrayna’dır.
Yaşlanma konusundaki Uluslararası Eylem Planı 3 Aralık 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildi. 16 Kasım 1991’de aynı Genel Kurul Yaşlılık Haklarını belirledi ve ülkeleri kendi ulusal programlarını yapmaya davet etti. 18 maddeden ibaret yaşlı hakları spordan sağlığa, barınmaya, evde bakıma, sosyal koşullara, emekliliğe, ekonomiye, beslenmeye ilişkin hakları içeriyor. Avrupa Birliği sivil toplum örgütleri ile soruna çözüm arıyor. Avrupa Birliği Komisyonunca bütçesinin %90’ı karşılanan AGE, yaşlılara yönelik programlar düzenleyerek toplumsal duyarlılığı arttırmaya çalışıyor.
Devlet Planlama Teşkilatımız, Yaşlılık Ulusal Eylem Planı’nı yaptı, geliştirmeye çalışıyor. Ne yazık ki kalkınma planı alt komisyonları arasında yaşlılık özel ihtisas komisyonu yok. Yaşlılık Platformu ülkemizde bu konuda çalışanları ve çalışmaları bir araya topluyor.
1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü, 15 Haziran Dünya Yaşlılara Yönelik Suistimalin ve Kötü Muamelenin Önlenmesi Günü; Ulu Önderimiz Atatürk’ün emekliliği nedeni ile kutladığımız 30 Haziran Emekliler Günü emeklilerin kutladığı dünyadaki tek gün ve bu günün bütün dünyada emekliler günü olarak kutlanması için çalışıyoruz.
Ülkemizdeki yaşlı sayısının dünyadaki birçok ülkenin toplam nüfusundan fazla olduğu gerçeğini unutmayalım. Diğer taraftan yaşlı grup içinde ileri yaş dönemindeki yaşlıların oranı hızla artıyor. Geleneksel geniş ailelerden çekirdek aileye geçiş ile birlikte yaşlılık önemli ekonomik ve psikososyal sorunların yaşandığı bir dönem haline gelmeye başladı. Huzurevlerinde ve evde bakım konusunda hizmet verecek yetişmiş eleman sıkıntısı çok fazla, Bu nedenle süratle üniversitelerimiz bu mesleklerde insan yetiştirmelidir. Yaşlılık alanında araştırma ve geliştirme çalışmalarına ülke olarak öncelik vermeliyiz. Bu konuda diğer ülkelerle işbirliği önemlidir. Yaşlı bireylerimizin gelişen teknoloji ve bağlantı kopukluklarının giderilmesi için eğitim ve tanıtım çalışmaları ve yaşam boyu eğitim yapılmalıdır. Yaşlı sağlığı ve yaşlılığa sağlıklı hazırlanma çalışmalarına hız verilmelidir. Bazı standartlar belirlenmelidir. Yaşlıların tecrübelerinden yararlanma yollarını arayan dünyadan geri kalmamalıyız. Unutmayalım Mimar Sinan 70 yaşında Süleymaniye’yi; 86 yaşında Selimiye Camii’ni yaptı. Galilei 73 yaşında ayın hareketlerini buldu. Pasteur 60 yaşında kuduz aşısını buldu. İnsanlar ideallerini yitirmemeliler. Seneler saçları beyazlatabilir, fakat heyecanların kaybedilmesi ruhu karartabilir.
Yaşlılık yıpranma, tedavülden kalkma değildir. Yaşlılık tecrübedir. Madenin işlenip cevher hale gelmesidir. Cevherleri atıl durumda bırakacak kadar savurgan toplum olmamalıyız. Yaşlılık içinde emeklilik ve sosyal sigorta sistemi de önemli yer tutmaktadır. Dünya bugün bakım sigortası adı altında yeni bir sosyal güvenlik sistemi getirmek için çalışıyor. Yaşlının ilave giderleri için sosyal yardım birçok ülkede uygulanıyor. Yaşlı bakan ailelere aile yardımı yapılıyor. Tüm dünya sosyal devlet anlayışına uygun sosyal sigorta sistemi için uğraşıyor. Enflasyon karşısında eriyen emekli aylıkları için tedbirler geliştiriliyor. 31 Temmuz 2008 tarihi itibari ile aktif sigortalı sayımız 15,5 milyon, pasif sigortalı dediğimiz emekli, dul, yetim sayımız 8,5 milyon; aylık ödenen dosya sayısı ise 8 milyona yakındır.
Emekli dul ve yetim aylığı alan kişi sayısına göre aktif pasif oranı 1,83’dür. Kayıtdışı çalışmanın önüne geçilemiyor. Aktif pasif oranı en az 4 olmalıdır. Bu sistem sosyal güvenlikte sorun yaratıyor. Sosyal güvenlik kapsamındaki emeklilerin toplamının nüfusa oranı İstanbul’da %13, İzmir’de 18 ve Ankara’da 16’dır. Bazı illerimizde bu oran %20’yi geçti. Bu şehirler adeta emekli maaşı ile ekonomilerini devam ettiriyor. Sosyal Güvenlikte getirilen yeni sistemin uygulanmasına yönelik tüzük ve yönetmelikler sürekli yayınlanıyor. Emeklilikte, yaşlılıkta beklenen insan onuruna yaraşır bir yaşam standardıdır. Sağlık hakkı ne kadar kutsalsa emeklilik de o kadar kutsaldır.
Ulu önderimizin şu sözlerini asla unutmayalım: “Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Mazide muktedirken bütün gücü ile çalışmış bu insanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin istikbale güvenle bakmaya hakkı yoktur.”
Emekliler arasındaki gelir eşitsizliği; eski yeni emekli farkı sadece bizim ülkemizde var. Yeni sistem ne yazık ki bunu düzeltemedi. İnsan haklarına aykırı bir durum sözkonusu. Anayasa Mahkememiz sosyal güvenlikte, kazanılmış hakkı kabul etmiyor. Emeklinin ve yaşlının yaşamını kolaylaştıracak ortamlar yaratılmalı. Bu konuda yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Toplumsal duyarlılık ilgi ve sevgi yaratmak biz sivil toplum örgütlerinin görevidir. Sağlıkta ise koruyucu sağlık öncelikli olmalıdır. Emeklilik yaşı 65’e çıkartıldı. O halde çalışılabilecek sürenin bir kısmı yaşlılıkta geçirilecek. Bu istihdam şekli yeni kurallara bağlanmalıdır. Yerel idareler yaşlılara hizmete öncelik vermelidir. Yaşlı sosyal yaşam içinde tutulmalıdır.
Şu özdeyişimiz asla unutulmamalıdır; “Yağmur yağar çise çise bugün bize, yarın size”.
Bu etkinliği düzenleyenleri kutluyor. Katılımcılara şükranlarımı sunuyorum.
Türkiye İşçi Emeklileri Derneği bu alanda ülkemizde ve dünyada kendine düşen görevi yerine getirmeye tüm örgütü ile birlikte devam edecektir.
Saygı ve sevgilerimle.
Kazım ERGÜN
Türkiye İşçi Emeklileri Derneği Genel Başkanı, Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
KENT YAŞAMI VE YAŞLILIKÖZET
Yaşlı barınması için ilk hedef yaşlının alışık olduğu çevrede ve kendi evinde yaşamını devam ettirmesidir. Her ne kadar şimdiye kadar geleneksel olarak yaşlı bakımını çocuklar ve yakınlar üstlenmişse de metropol alanlarında ve büyük kentlerde de artık bu mümkün olamamaktadır. Sosyal yapıda ve beklentilerdeki değişim, bu problemin başlıca nedenidir. Öncelikle bu çalışmanın amacı gençlerin ve yaşlıların konut ve hizmetler konusuna bakışını belirlemektedir. Bu amaçla iki anket düzenlenmiştir. Burada yaşlı kurumlarının (huzurevi) yeterliliği ve gençlerin yaşlı bakımı konusundaki kabulleri sorgulanmıştır. 139 genç ve 234 yaşlı ile anket yapılmıştır ve sonuçlar analiz edilmiştir. Yaşlılık için barınma ülkemizde henüz gelişmemiş devlet sektöründe sadece yardım amacıyla ele alınan bir konudur. Sonuçlarda önemli bulgular; ilk önce Devletin yaşlı barınması konusunda, yardım politikasının değişmesi gereklidir. İkinci olarak küçük konut üretimi desteklenmelidir. Üçüncü, sosyoekonomik seviyelere göre farklı özellikteki yaşlı kurumları, alternatifler sunulmalıdır. Son olarak da bu alternatiflerin ekonomik karşılanabilirliği sağlanmalıdır.
Anahtar kelimeler: Yaşlılıkta mekan kalitesi, yaşam yeterliliği için tasarım.
1. Giriş:
Yaşlı barınması için ilk hedef yaşlının alışık olduğu çevrede ve kendi evinde yaşamını devam ettirmesidir. Her ne kadar şimdiye kadar geleneksel olarak yaşlı bakımını çocuklar ve yakınlar üstlenmişse de metropol alanlarında ve büyük kentlerde de artık bu mümkün olamamaktadır. Kentsel dönüşüm, sosyal yapıda ve beklentilerdeki değişim, bu problemin başlıca nedenidir.
Türkiye'de konut konusu her zaman siyasi politika aracı olmuştur. Konutun yeri, büyüklüğü, işlevi değişen sosyal yapının gereksinmelerini karşılayabilmesi geri planda kalmıştır. Bunun yerine, toplumda sosyal bir güvence, para değerini koruma aracı olarak kabul edilen konut sahibi olma kredilerle özendirilmiştir. Giderek büyük ve göç alan kentler ucuz niteliksiz konut bloklarıyla dolmuştur. Bu tarz konut üretimindeki amaç, birim olarak çok sayıda konut üreterek hem kent toprağından rant kazanmak hem de ortaya konulan işten puan kazanmak olmuştur. Halbuki konut alanlarının hedefi kaliteli bir yaşam çevresi yaratmaktır. Burada, zeminden çatıya aynı plan tipinin tekrarlandığı iz düşüm bloklar yerine, çocukların, kadınların ve yaşlıların gereksinmelerinin katıldığı tasarımlar üretilmesidir(Fernandes-Ballesteros 2001).
1980'li yıllarda konut kredileri 100m2 konut için verilmekteydi, yükleniciler metre kare olarak krediden maksimum yararlanmak için standart üç oda bir salondan oluşan konut tipini tekrarladılar. Günümüzde ise kentin merkezi alanlarında kalmış gecekondu alanlarının dönüşümüyle elde edilen konut alanları görülmektedir. Kıymetli kent toprağı, arsa sahibi ve yapımcı arasındaki paylaşımda gene daha fazla kar getiren şekilde yapılaşmaktadır. Dört veya beş oda bir salonlu konut tiplerinin yapımı yaygınlaşmıştır.
Son on yıldaki konut üretimine bakarsak en popüler olanı site şeklinde olanlardır. Bunlar giderek kimliksizleşen kent dokusunda bir vaha gibi kendi yeşilini, rekreasyonunu ve güvenliğini sağlayan etrafı duvarlarla çevrili konut yerleşmeleridir. Bu sitelerin giderleri fazla olmasının yanında birtakım sosyal dinamikleri de bulundurduğundan ekonomik maliyetinden öte ayrıcalık maliyetleri yüklenmektedir. Çoğalan site yerleşmeleri, kent dokusunda bir devamlılık sağlamamakta tekil alanlar yarattığı için kent dokusu ıssızlaşmaktadır.
Yaşlıların barınma sorunu işte bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Emeklilikle birlikte azalan gelir, fiziksel kayıplar, 100–150 m2’lik bir konutun giderini ve bakımını yürütememektedir. Burada yaşlının karşına iki seçenek çıkmaktadır. Birisi, evli veya bekar çocuklarının yanına gitmek ya da onların gelmesi şeklinde yakınlarıyla birlikte oturmak;diğeri ise bir kuruma gidip çoğunlukla paylaşımlı odalardan oluşan hastane hayatı yaşama şeklindedir. İki halde de özel yaşam hakkını kaybetmekte çalışma yaşamındaki sosyal statüsünü yitirmektedir. Burada sağlıklı dinç bir emeklinin, gelirine ve fiziksel becerilerine uygun, toplumdan kopmadan yaşamını sürdürebileceği konut modelinin geliştirilmesine gereksinim vardır.
Rowe ve Kahn’ın başarılı yaşlanma modelinde (Görgün-Baran 2007) sağlık ve bilincin yanında Yaşama Aktif Katılım’ın önemi vurgulanmaktadır. Diğer deyişle kentsel servislerden yararlanılabilmesidir.
Yaşanan olaylar, mekanla ilişkilidir. Yaşantı kavramı, zaman ve mekan bağlamında açıklanan bir olgudur. Yaşanılan mekan, geçmişi anımsatıyor ve geleceğe dair sezinleme sağlıyorsa çevremizi kavramamıza yardımcı olur. Kentin okunabilirliği bu anlamdadır.
İçinde yaşadığımız çağda kentsel mekan kavram olarak ‘yer’dir. Heidegger’e göre insan, iç zorunluluk olarak ‘bir yere ait olma’ duygusunu taşır. Bu mekanın dördüncü boyutunu, görünenin ardındaki anlamı yakalama olarak açıklanabilir. Kentsel mekanın okunabilmesi, yönlendirmeler ve kompozisyonlarla sağlanabilir.
Yönlendirmeler: Ulaştıran akslar, dolaştıran yollar, etkiyi kuvvetlendiren kolon dizileri, ölçeği yumuşatan pilastırlar, ayıran platformlar, bağlayan eğimler, basamaklar, sınırlar, duvarlar, farklılık yaratan nişler, çerçevelenen açılımlar, karşılayan kapılar, kuşatan çatılar, merkezileştiren örtüler, ışık, gölge ve karanlıklar.
Kompozisyonlar: Tanımlayan mekanlar, ışığa uzanan mekanlar, tekrarlanan formlar, hatırlatan biçimler, motive eden imgeler, bağlantı yapan su, uygarlaştıran parklar, tamamlayan bezemeler olarak anlaşılabilir(Aydınlı 1999).
Yaşamı ve kenti, yaşlılar ve engelliler açısından düşünüldüğünde kentin okunması ve aidiyet bir kat daha öne çıkmaktadır. Yaşlının yönünü bulması, çevreyi algılaması kendi başına yaşayabilmenin başında gelmektedir. Yaşlılıkta, alışılagelmiş yaşantıyı sürdürebilmek, çevrede tanıdık olmak, kendi kendine yetebilen onurlu ve mutlu bir yaşam için gerekmektedir. Gelişmemiş toplumlarda yaşlılar ekonomik ve sosyal servislerin eksikliğinden yaşamlarının büyük bölümünü geçirdikleri çevreden kopmak zorunda kalmaktadırlar. Başarılı bir yaşam yaşlılık veya sakatlık gibi unsurlara rağmen kente katılabilmekle ölçülmektedir. Evden çıkamayan, toplumdan kopmuş gruplar çevrenin yetersizliğini ortaya koymaktadır. Böyle yerleşmelerde ötekiler diye nitelenen bir kavram ortaya çıkmaktadır. Kent mekanını kullanabilenler ve kullanamayanlar ayrımı, kentin olumsuz özellikleridir.
2. Yaşlının Yaşam Çevresi:
Yaşadığı konut, konut yakın çevresi ve kentsel servislerden yararlanılan alan olarak bakıldığında aslında bunun bir bütün olduğu görülmektedir.
Yaşlının kente katılımının sağlanması;
• Barınma,
• Ulaşım,
• Kentsel alt yapıda yaşlı detayları,
• Parklar, sokaklar, yaya bölgeleri, meydanlar, alışveriş merkezleri oluşturulması şeklindedir.
Yaşlılıkta Barınma: Emeklilikle başlayan gelir azalmasına paralel olarak fiziksel güçte de azalma yaşlılıkta barınma problemini ortaya çıkarmaktadır. Genellikle 3+1 olarak üretilen konutlar, ekonomik ve hizmet olarak yaşlı için sürdürülmesi güç bir mekan olmaktadır. Bu konuda Türkiye’de ve Dünya’da planlı ve plansız çözümler görmekteyiz. Yaşlıları tek tip olarak kabul edilemez ve tek tip konut üretilemez. Sağlık, gelir ve eğitim farklılıklarının yanında kişisel tercihler çok çeşitlenebilir. Toplumda, örf adet geleneklerin yaşlı bakımını çocuklara veya akrabalara yüklenmesinin bugün için bir çözüm olamayacağı açıktır. Değişen sosyal yaşam, kadınların çalışması, göçler ve mekânsal kısıtlamalar yaşlı barınmasının aile içinde değil üst düzey planlamalarında yer alması zorunluluğunu getirmektedir. Yaşlılar açısından bakıldığında, yaşlının kendi evini terk edip başka bir yaşam düzenine gitmek istememesi, özel yaşamını ve statüsünü korumak istemesi nedenleriyle alternatif barınma yolları aranmaktadır. Yazlık sitelerde devamlı oturulması gibi kişisel çözümler üretilmektedir. Gençlerin yaşlılığa bakışını ölçmek için yapılan araştırma sonuçları:
Mersin Üniversitesi son sınıf öğrencileri arasında yapılan ankette %39,6 erkek, %59,7 kız öğrencidir. Gelir durumlarına bakıldığında orta-üst gelir %28,8 kalanı orta ve orta-alt gelir grubundadır. Anne-babaların eğitim durumu ise %40 ilkokul mezunu, %27,3 lise ve %31,7 üniversite mezunudur.
Yaşlılıkta tercih edilen yaşam tarzı sorulduğunda, %89,2 kendi evinde yalnız, %7,9 çocuklarının yanına giderim cevabı vermiştir. Bu bulgu geleneklerin çok etkili olduğu bölgelerden gelen gençlerde bile sosyal ve kültürel yapıdaki değişiklik olduğu görülmektedir.
Diğer önemli soru, okulu bitirip iş hayatına başladıklarında kendi anne-babasıyla yaşamaya devam etmek istedikleriydi (Soru 9) buna %47,8 evet, %52,2 hayır denmiştir. Devamında (Soru 10) evlendikleri takdirde eşinin anne-babasıyla birlikte yaşamak istedikleri sorulduğunda ise %10,9 evet, %89,1 hayır cevabı gelmiştir. Bunu destekleyen diğer bir soruda ise anne-babaları kendilerine bakamayacak durumda iseler ne yapacaklarıdır. Seçenekler arasında, bakıcı tutarım, para yardımı yaparım, sık sık ziyarete giderim cevapları yanında, %79,4 evime alıp bakarım cevabı tercih edilmiştir. Burada geleneklerin etkisi açıkça görülmektedir.
Şekil(1) Gençler kendi anne-babasına bakmakla yükümlü hissetmekte ama evlendiği zaman eşinin anne-babasına bakmak istememektedir.
Anne-babasına bakmayan evlat toplumda eleştirildiği için istemese dahi görev bilinciyle bunu yapmak zorunda hissetmektedirler. Gene gençler kendi anne-babasına görev bilinci ile bakmak isterken eşinin anne-babasına bakmak istememektedir. Bu durum aile içindeki geçimsizliğin kaynağı olup kişileri mutsuz etmektedir(Marsden 1999). Günümüz aile koşullarında problem yaratan yaşlı barınması için ülke genelinde çözümler getirilmelidir.
Yaşlılıkta barınma modelleri:
• EV (Destekli Yaşam)
• YAŞLI APARTMANI (Yönetimli)
• KURUM ( Yönetim+Ekip)
• BAKIMEVİ (Yönetim+Ekip+Hemşire)
• YAŞLI HASTANESİ (Yönetim+Ekip+Hemşire+Doktor)
Gelişmiş toplumlarda gri yıllar olarak adlandırılan bu dönem için çok sayıda alternatifler sunulmaktadır. Sağlık ve gelir durumuna göre yaşlının tercihi aynı zamanda kişilik özelliklerini de barındırmaktadır. Türkiye’de özellikle son yıllardaki büyük konut üretimi ve site yaşantısı yaşlılar için kente katılımı olumsuz etkilemektedir. Konut alanlarında çeşitlilik bu açıdan önemlidir. Konut politikalarında özendirilen tek tip konutlardan oluşan blok tipinin sadece yaşlılar için değil kent için iyi çevreler oluşturmadığı açıktır.
Bizde ancak kendiliğinden oluşan yaşlı apartmanları, batı toplumlarında planlı olarak yapılmaktadır. Merkezi alanlarda ve yoğun konut bölgelerinde planlama içine alınan yaşlı konutları, kentin ölü alanlarına canlılık getirmek, gece ışıklı bir bina elde etmek, görgü tanığı yaratarak çevrenin güvenliğine katkıda bulunmak gibi roller üslenmektedir.
Şekil (2) Barınma mekanında sosyal değişimle birlikte değişen beklenti ve mekan kalitesinde yükselme (Howell S.C.1980).
Daha önceleri tek mekân olarak düşünülen yaşlı biriminin uzun dönemde yaşlıyı mutlu etmediği açıktır. Yaşama mekânına direk açılan banyo-WC kapısı ortama hastane veya otel atmosferi vermektedir. Yaşlının isterse yemek yapabileceği, yatılı veya günlük misafir ağırlayabileceği, yatma ve oturma mekânlarının ayrıldığı, asgari birim tasarımları yaşlı detaylarıyla birlikte geliştirilmelidir.
Bir elli yıl geriye bakıldığında, yaşlılar için ev sahibi olmanın ve o evi sürdürebilmenin ekonomik olarak daha kolay olduğunu görüyoruz. Belki sadece yemek karşılığı bakım hizmeti alabilme olanağının yanında çalışmayan kız çocukların veya gelinlerin doğal görevi olarak kabul edilen yaşlı bakımı bugünkü sosyal hayatta artık olamamaktadır. Diğer yanda ise yaşlıların eğitim ve sosyal değişimi ile ne çocuğunun evinin bir köşesinde ne de huzurevinde bir yataktan ibaret bir mekânla yetinmesi zordur. Kitlesel iletişimin yaygınlaşması vaktinin büyük bir kısmını televizyon karşısında geçiren emekli için gelişmiş toplumlardaki yaşlıların yaşam modelleri örnek oluşturmaktadır. Gelirin azalmasının tersine yaşam kalitesinde beklentinin artması çözülmesi gereken bir sorundur.
Barınma sorununun çözülmesi yaşlının kente katılımını sağlamada ilk adımdır. Barınamayan yaşlı, alışık olduğu çevreden ayrılmak zorundadır. Bu da çevreye yabancılaşma ile kalınan yerden çıkmaya cesaret edememeye yol açmaktadır. Bütün sosyal beklentiler çocuklara veya akrabalara yönelmekte ve devamlı ilgisizlikten şikayet eden mutsuz hayata küsmüş yaşlı tipleri ortaya çıkmaktadır.
Şekil (3) Son yıllarda uygulanmış yaşlı apartmanlarından birim örnekleri (Howell S.C.1980). Tek başına kalmış yaşlıların yanında yaşlı çiftler de aynı sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu örnekler 30- 50 m2 arasında bir veya 2 yatak odalı olarak düzenlenmiştir.
Yaşlı kurumları ülkemizde halen bir yardım kapsamında ele alınmaktadır. Devlete bağlı huzurevi olarak nitelenen kurumların çoğu, kente ulaşım bağlantısı zayıf bağış arsalar üzerinde kurulmuş, paylaşımlı odalardan oluşan tek tip binalardır. Özel sektöre ve bazı vakıflara ait nitelikli kurumlar da sadece kaliteli mekân ve yemek sunmaktadır. Buraya gelen yaşlılar ev ortamından uzak bir sürü kurallara uyum sağlamak zorunda kalmaktadırlar.
Özellikle Amerika ve Kanada gibi ülkelerde ise, internet sitelerine girildiğinde kurum özelliklerinin çok çeşitlendiği görülmektedir. Örneğin, bahçe işleri sevenler, hayvan besleyenler, içki sigara kullananlar, müzisyenler, sanatçılar, spor sevenler, şiir ve edebiyatla uğraşanlar gibi değişik yer seçimi ve kurum özellikleri bulunmaktadır.
Yaşlı bakımevleri ve hastanelerin de sadece büyük kentlerde bulunması, buralardan yararlanmak isteyen yaşlıların, bulundukları çevreden ve arkadaşlarından uzaklaşmak zorunda kalmaları olumsuz olmaktadır.
Ulaşım: Büyük kentlerimize bakıldığında ulaşımın sadece genç ve dinamik insanlar için yapıldığı gözlenmektedir. Park edilmesini önlemek amacıyla yapılmış yüksek kaldırımlar, aynı zamanda garaj girişleriyle sık bölünüp malzeme farklılıklarıyla sürekliliği ve düzgünlüğünü yitirmiştir. Üst geçitler, katlı kavşaklar da merkezi alanlarda yürüme mesafesini artıran olumsuz elemanlardır. Yürüyen merdivenler ve asansörlerle destekli rampalar, uygun bina girişleri yaygın düzenlemeler değildir.
Kentsel Alt Yapıda Yaşlı Detayları: Yaşlıların kente katılımında bu detaylar çok önemlidir. Yön ve yer bulma bu şekilde olur. İyi aydınlatılmış yollar ve bina girişleri aynı zamanda güvenlik için de önemlidir. Büyük yazılan bina numaraları ve sokak isimleri, simgesel öğeler yeri tanımlar. Oturma mekanlarının ve kamusal WC’lerin homojen dağılımı yaşlıya ev dışında uzun süre kalabilme olanağı sağlar. Toplu taşımalarda da aracın yüksekliği düşünülmelidir.
Parklar, Sokaklar, Yaya Bölgeleri, Meydanlar, Alışveriş Merkezleri: Bu alanlar özellikle çalışma saatlerinde yaşlılar tarafından kullanılmaktadır. Bu gruptaki kentsel kullanışlar konut yakın çevresi ve kent ölçeğinde olmak üzere her gün kullanım ve birkaç ayda bir kullanım olarak ayrılır. Yaşlılar dünyanın her yerinde iyi bir gözlemcidir. Diğer deyişle seyir yaşlının bir gereksinimidir. Seyredilen şeyin ilginçliği ise aktiviteyle ölçülür. Gelen geçen insanlar, yiyecek arayan hayvanlar, arabalar, seyyar satıcılar, koşturan çocuklar, bekleyenler, buluşanlar vs.
Yaşlılar için yapılacak bir tasarımda bu özellik, konuttan ve çevreden memnuniyette önemli bir ölçüt olmaktadır. Gazi Üniversitesinde son sınıf projesi olarak, 1997’de verilen, Ankara Gölbaşı’nda Yaşlı Kompleksi tasarımı için o bölgedeki yaşlılarla yapılan anketlerde odanızın nereye bakmasını istersiniz sorusuna seçeneklerden göl manzarası %10, bahçe %20, otopark ve giriş %70 olarak cevaplanmıştır. Üzerinde bir hareket olmayan göl beton boş bir zemin olarak algılanmakta ve durağan bir doğal güzellik yerine, insan ve araba hareketi olan otoparka bakmak tercih edilmektedir.
Sokaklar, yaya bölgeleri, konut yerleşiminde bu açıdan çok önemlidir. Tanımlı bir dış mekan sunmasının yanında özel mekandan kamusal mekana geçişte yarı özel ve yarı kamusal mekanlar tasarlanmasına olanak verir. Bunlar aparman giriş ortamları balkonlar, teraslar, iki bina arasındaki gölge mekan, sokak köşesindeki ağaç altı gibi bir anlamda sokağa uzanan iç mekanlardır. Yaşlılar bu geçiş mekanlarında yaşama ve kente katılma olanağı bulur.
Kentsel dönüşüm projelerinde gözlenen nokta bloklar ve konut sitelerinde, konut yakın çevresinin kaybolduğunu görmekteyiz.
Meydanlar, kent kimliği açısından önemlidir. Adres bulmada ve çevreye mekansal kalite yönünde katkı sağlayan, bir buluşma oturma ve seyir yeridir. Ekonominin şekillendirdiği yapılaşma biçimlerinde, kavşak dışında bir açık mekan görememekteyiz. Boşluksuz yoğunlaşma aynı zamanda kentleri sağlıksızlaştırmaktadır. Giderek artan otopark sorunu kentin tüm boş alanlarının arabalarla kaplanmasına ve yayaların hareketini engellenmesine sebep olmaktadır.
Alışveriş merkezleri gereksinimlerin karşılanması yanında özellikle yaşlı kadınların tüm gününü geçirdiği yerlerdir. Kent toplu taşımında yaşlı ölçütü ele alındığında bu alanların da yaşlılar tarafından kullanım etkinliğinin artacağı açıktır.
Bir açık mekânın değerlendirmesi için aşağıdaki sorular sorulmalıdır (Başkaya, Akyol 2005). Bunun yanında, iklim koşullarını ve sosyal alışkanlıkları kapsamayan mekân tasarımlarını insanlar kullanmaz. Kullanılmayan bir mekânın da başarısından söz edilemez.
SOSYALLİK AKTİVİTE VE KULLANIMLAR - Toplanma mekanları var mı?
- Kişiler grup halinde mi?
- Kişiler birbiriyle konuşuyor mu?
- Kullanıcılar parka bilinçli mi tesadüfi mi geliyorlar?
- Kullanıcıların birbiriyle yüz aşinalığı var mı?
- Farklı sosyo-ekonomik gruplar birbirleriyle iletişim kuruyor mu?
- Park kullanılıyor mu boş mu?
- Farklı yaş grupları kullanıyor mu?
- Kaç çeşit aktivite var?
- Sosyal etkinlikler gerçekleştiriliyor mu?
- Belirgin bir kullanım modeli var mı?
- Kişiler gruplar halinde mi tek başına mı parkı kullanıyor?
- Yönetim birimi var mı?
- Park tasarlandığı gibi mi farklı biçimde mi kullanılıyor?
ERİŞEBİLİRLİK KONFOR VE İMAJ - Park uzak mesafeden görülebiliyor mu?
- Park yürüme mesafesinde mi?
- Komşu binalardakiler parkı kullanıyor mu?
- Park içi yollar istenilen yere götürüyor mu?
- Değişik ulaşım alternatifleri var mı?
- Engelliler için parkın kullanımı uygun mu?
- Parka komşu alanlardan yaya yolu bağlantısı var mı?
- Parka dair izlenim iyi mi?
- Park güvenli mi?
- Kadınlar da parkı kullanıyor mu?
- Yeterli oturma mekânı var mı?
- Parkın bakımından sorumlu kişiler var mı?
- Park güvenli mi?
- WC ve büfe var mı?
- Gölgelik düşünülmüş mü?
3. Yaşlılar için Konut ve Çevre Tasarımında Ölçütler:
Yaşlılar için yapılacak mekân tasarımlarında mekansal kalite aşağıdaki ölçütleri içermelidir.
1. Güvenlik (kendinden ve dışarıdan gelecek tehlikelere karşı),
2. Ait olma hissi yaratılabilmesi,
3. Mahremiyet, özel yaşam, yalnız kalabilme,
4. Kendine program yapabilmesi, olayları kontrol edebilmesi,
5. Bina çevresi ve iç mekânı için yönlendirme, tahmin edilebilir, tereddütlerin giderildiği, okunabilir bir şema seçilmesi,
6. Mekân kalitesi, merkezcil, nirenk noktaları, sembol, simge kullanarak akılda kolay kalmasıyla sağlanmalı,
7. Mekânsal çekicilik yaratılması,
8. Alışılagelmişlik, anıların ve ruhun mekâna yansıması kişisel eşyalar, kentsel köşelerin korunması,
9. Kişisel öngörü, statünün korunması,
10. Esneklik, farklılıkları içermesidir.
4. Sonuç:
Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye’nin toplum yaşamını gelişmiş toplum değerleriyle karşılaştırılması ve benzer seviyeye getirilmesi konusunda yasal ve yönetimsel önlemler alınması olumlu bir gelişmedir. Barınma konusunda, yaşlı nüfus için yapılan çalışmaların da bu çerçeve içinde bir dönüşüm ve gelişim içinde olduğu gözlenmektedir. Dünyada 85 yaş üzeri nüfusun da giderek arttığı gerçeği ve yaşlılık konusundaki sosyal değişim, yeni bakış açıları ortaya çıkarmaktadır.
Gençlerin yaşlılığa bakış açısı bir yandan gelenek diğer yönden günün koşulları arasında sıkışmaktadır. Daha önceki araştırmalarda, çocukların yaşlı ebeveynlerin bakımında hiçbirinin bir adım öne çıkmadığı, gene evlenmemiş gençlere sorulduğunda eşinin anne babasıyla asla oturmak istememesi ama kendi anne babasına evime alıp bakarım cevabını vermesi yaşlı bakımının artık geleneksel yöntemlerle çözülemeyeceğini göstermektedir. Diğer yandan bakıldığında ise normal geliri olan bir yaşlının kendi evinde yaşamını sürdürmek istemesi birinci tercih olmaktadır. Kuruma gidecekse de gene özel yaşamını koruyacak tasarımlar beklemektedir.
Barınma ve çevresel sorunların çözümünde tek bir yaşlı kabulü mümkün değildir. Önemli olan alternatifler yaratarak yaşlıya tercih hakkı sunulmasıdır. Yaşlı kurumları, nitelik ve özellik olarak çeşitlenmeli; kişiye, gelir, eğitim ve kişilik yapısına uygun kurumu seçme şansı verilmelidir. Kimsesiz ve geliri olamayanlar için mevcut model devam edebilir. Ancak toplumda statü sahibi bir yaşlının, mekan kalitesi olarak beklentileri göz önüne alınmalıdır. Mevcut kurumlarda boş yer olmasına rağmen uzun tek kişilik oda sırası bunun göstergesidir. Bizde kurumlarda hala paylaşımlı oda söz konusu olurken gelişmiş toplumlarda tek odadan bile beklentiler değişmekte bir Karavan yaşamı istememektedirler. Misafir kabul edebileceği yatma ve yaşam mekanları ayrılmış tasarımlar yaşlıyı mutlu etmektedir. Toplu konut alanlarında ve kentsel dönüşüm alanlarında küçük konutlara yer verecek planlamalar düşünülmelidir. Küçük konut üretimi kredilerle teşvik edilmelidir. Merkezi alanlarda yaşlı apartmanları yer alarak kiralık ve satılık olarak kullanıma sunulmalıdır. Bu şekilde huzurevi-yaşlı kurumları sadece sürekli bakıma gereksinimi olan yaşlılara hizmet vermelidir. Gelir yetersizliğinden kendi evinde oturamayan, kendine bakabilen, sağlıklı dinç yaşlıları toplumdan tecrit etmeyecektir.
Evinden memnuniyet yaşlıyı kente katılmayı özendirecek toplumun ve o çevrenin bir parçası olduğunu hissedecektir. Birtakım zorunluluklardan kuruma gelmiş sağlıklı dinç yaşlılarda tüm dünya bir yatak boyutuna indirgenmekte, kente katılmak söz konusu olmazken kurumun ortak mekanlarını bile kullanmamaktadırlar. Bunda plan kurgusunda yapılan yanlışların da önemli rolü olmaktadır. Bu alanlar ev görünümünden uzak kurum veya hastane düzenindedir. Bunun yanında yaşlıların topluma katılımındaki isteksizlik de etkilidir.
Şekil(4) Huzurevlerinde ortak mekanlar çoğunlukla boş kalmaktadır.
Kentte yaşlanmış bir vatandaşın kendi özel yaşamını ve alışageldiği yaşam tarzını sürdürebilmesi çok doğal bir haktır. Bunun sağlanması, ülke ve kent planlama ölçeğinde yaşlı gerçeğinin yer alması ile mümkündür. Sonradan eklenen birkaç rampa ve asansör gibi parçacı çözümler yerine önceden planlanmış bütüncül çözümler gereklidir.
Yaşlının kente katılımı, yaşlının kentte barınmasının çözümlenmesi, kentsel tasarım ölçeğinde planlamalar yapılması da yeterli olamayacaktır. Yaşlıyı eve veya kuruma kapanmaktan kurtarılması toplumun yaşlılık konusunda eğitilmesi ile mümkündür. Kişiler olgunluk yaşlarında ileri yaşlarını planlamayı ve çevresindeki yaşlıları kabullenmeyi öğrenmelidir. Fiziksel olarak yavaşlayan yaşlılara hoşgörü toplumun gelişmişliğini göstermektedir. Örneğin Kanada’da sabah ve akşam pik saatlerde 70 yaş üzeri kişilerin araba kullanması yasaktır, diğer saatlerde ise yaşlının yavaş araba kullanımı sorun yaratmaz. Bankamatik ve toplu taşım kullanımlarında yaşlılar için yer ayrılmıştır. Fiziksel planlamada yaşlının yer alması ve toplumun yaşlıyı fiziksel eksiklikleriyle kabullenmesi çözüm olarak önerilmektedir.
Toplumdaki yaşlı faktörü, kent planlama aşamasında tasarıma girmesi bina içi ve çevresi bir bütün olarak ele alınmasıyla çözüm elde edilebilir. Yaşlıyı evden uzun süre dışarıda kalmasını sağlayacak oturma, WC mekânları, uygun zemin ve yükseklikler yanında, mekansal güvenlik, kenti yaşlının kullanabileceği biçimde tasarlanmasıdır. Sağlık kurumlarından, banka gibi kentsel hizmetlerden yararlanmayı tek başına yürütebilmelidir. Ancak bu durum, yer seçimleri ve mekânsal organizasyonların yaşlının erişimine olanak vermesiyle mümkün olacaktır. Kentlerde merkezi alanlar dahi bu anlamda olumsuzluklarla doludur. Yaşlıdan öte gençlerin de zorlanabileceği yaya güzergâhları adeta tuzak görünümündedir.
Şekil (5) Kent mekânında yaşlılar ve engelliler için olumsuzluklar.
Yaşamla mekân birbirinden ayrılmaz iki olgudur. Kentin zaman içinde geçirdiği değişim ve dönüşümde birtakım değerler kaybolurken yeni değerler kazanılır. Tarihi bir değeri olmasa bile bazı yapılar ve mekanlar yaşamımızda önemlidir. Kentsel dönüşüm adı altında yabancılaştığımız çevreler yaratılmaktadır.
Türkiye genelinde, planlanmış alanlarla, planlanmamış alanları karşılaştırdığımızda hangisinin iyi olduğu tartışılmaktadır. Tamamen ekonomik çıkarlar hedefiyle yapılan plansızlar dışında, kendiliğinden oluşan yapılaşmanın planlılardan daha iyi olduğu bir gerçektir. Burada tasarıma halkın katılımı sağlanmalıdır. Ankara tüm baskılara rağmen Güven parkı ve Kuğulu parkı savunmuştur. Otopark ve plaza haline dönüştürtmemiştir. Kişiler çocukluğunun geçtiği parkları, okulunu, sinemasını, kahvesini vs. anımsarlar, normal yenilenme dışında yok olmasını istemezler. Yaşlıyı hayata bağlayan bu anılardır, kendini oraya ait hisseder.
Fiziksel plana, iklimsel verilerin yanında sosyal değerlerin yansıması gerekir. Kentte anılar vardır ve bunlar mekânla eşleşir.
Doç. Dr. Güzin DEMİRKAN TÜREL
Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Kaynakça
- Aydınlı, S. (1999). Kentsel Mekânı Okumak Görüngübilim Bakış Açısıyla Kentsel Mekan. Ulusal Kentsel Tasarım Kongresi. M.S.Ü. İstanbul.
- Fernandes-Ballesteros R. (2001). Environmental Conditions, Health and Satisfaction Among The Elderly: Some Empirical Results. Psicothema, 13(1).
- Howell S.C. (1980). Designing for Aging, Patterns of Use, The Mit Press.
- Lawton M.P. (1975). Planning and Managing Housing For The Elderly. New York: Wilwe-Interscience.
- Marsden J.P. (1999). Older Persons’ And Family Members’ Perception of Homeyness In Assisted Living. Environment and Behaviour, 31(1).
- Moos, R. H. (1980). Specialized Living Environments for Older People: A Conceptual Framework For Evaluation. Journal of Social Sciences, 36(2).
- Pakdil F. (2001). Yaşlılar için Mekan ve Kurum Tasarımı. I. Yaşlılık Kongresi bildiri sunumu,SHCEK and Yenimahalle Belediyesi. Ankara.
- Regnier V. (1994). Assisted Living Housing for the Elderly, Von Nostrand Reinhold 92-43118 New York.
- Robson D.,Nicholson A.M., Barker N.(1997). Homes for Third Age, University of Brighton, Honower Housing Association.
- Tekeli, I. (1993). Forms of Solution to the Housing Problem in Turkey during the Last Seventy Years in the Republican Period. 1-2 Temmuz, Konut Araştırmaları Sempozyumu, T.C. Basbakanlık Toplu Konut İdaresi. Ankara Turkey.
- Türel G. (2004). Yaşlılık, Disiplinlerarası Görüşler, Problemler ve Çözümler, Odak Yayınevi, Ankara.
KÜRESELLEŞMENİN ÖTEKİ YÜZÜ-YAŞLILIKSosyal sorunlar bir yatırım değil, devlet gideri olarak düşünüldüğü sürece yoksulluğun giderek artacağı açıktır.
Küreselleşme kavramı dünya ölçeğinde ulusal kimliklerin, ekonomilerin ve sınırların çözüldüğü, sosyal yaşamın büyük bir bölümünün küresel süreçler tarafından belirlendiği, dünyanın ekonomik bir bütün oluşturma, dünya toplumlarının birbirine benzeme, buna bağlı olarak tek küresel kültürün ortaya çıkmasını veya toplumların kendi kimliklerini ve farklılıklarını ifade etme ve tanımlama, nihayet dünyanın sıkışması, küçülmesi, ulusal olan her şeyin anlamını yitirmesi ve dünyanın tek bir mekan ve süreç olarak algılanmasıdır. Küreselleşme kapitalizmin yeniden isimlendirilmesi sürecidir. Sürecin merkezinde yeni bir ekonomik küreselleşme fikri yatmaktadır. Bu kavram ayrıca ulusal ekonomilerin ve dolayısıyla ulusal ekonomik yönetimin yerli stratejinin hızla geçerliğini kaybettiği gerçeğini anlatmak için kullanılmaktadır (2). Bauman küreselleşmeyi ayrıcalıkların, mahrumiyetin, servetin ve yoksulluğun, kaynakların ve acizliğin, gücün ve güçsüzlüğün, özgürlüğün ve kısıtlamanın yeniden dağıtımı olarak yorumlamaktadır(3). Küresel kapitalizmin temel özelliği kutuplaşması, dünya tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş bir gelir dağılımı eşitsizliğini derinleştirmesidir. Bu eşitsiz gelir dağılımından en çok zarar gören gruplardan biri de yaşlılardır. Günümüzde gelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal politikalarını etkileyen üç ana değişken de teknolojik gelişme, küreselleşme ve demografik değişim olarak sıralanmaktadır. Demografik değişimin analizi görece kolaydır. Hemen hemen tüm gelişmiş ülkelerde bir süredir doğal nüfus artışı durmuş ve nüfus belirli bir düzeyde durağanlık kazanmıştır. Bu, aynı zamanda nüfusun yaşlanması anlamına gelmektedir. Tıbbi bilginin artışı, sağlık hizmetlerinin gelişmesi, gelir düzeyinin yükselmesiyle birlikte sağlıklı beslenme, sağlıklı konut vb. sayesinde yaşam süresi uzamıştır. Dolayısıyla toplam nüfus içinde genç nüfusun payı düşmekte, yaşlı nüfusun payı yükselmektedir(4).
Küreselleşmenin toplumların önüne koyduğu dev sorun, küreselleşen dünya ve yoksullaşan insanlardır. Birleşmiş Milletlerin 1999 raporunda “bir bolluk dünyasında derinleşen yoksulluk” ifadesi(5) , Dünya Bankası Başkanı James Wolfhensohn’un 11 Mayıs 2002’de Roma’da yapılan Global Forum konferansında: “Dünya’da yoksulluğa çözüm bulunmadan barışın sağlanamayacağını” gerçeği ile anlam bulmuştur. Dünya Bankası raporları da küreselleşen sermayenin yoksulluğu arttırdığını ortaya koymaktadır. 2001 Dünya Kalkınma Raporu, dünyadaki ekonomik kalkınmanın yoksul insanlara iyi yaşama koşulları oluşturmada yetersiz kaldığı belirtilerek yenidünya düzeninin ülkeler arasındaki gelir uçurumunu nasıl daha da büyüttüğünü ve yoksulluğu nasıl artırdığını ortaya koymuştur. Son yüzyılda insanların durumu, geçmişe kıyasla iyileşmiş olmasına ve küresel zenginlik, küresel bağlantılar ve teknolojik olanaklar hiç bu kadar artmış olmamasına karşın, yoksulluk sürmektedir(6). 2008 Dünya ekonomik krizi de yoksulluğu iyice derinleştirmiştir.
Dünya Bankası Raporu’ndaki yoksulluk hakkındaki ifadeler ve bu konudaki öneriler şu saptamaları yapmaya olanak vermektedir:
- Küreselleşme yoksulluğu arttırmıştır.
- Gelir uçurumları, ülkeler arasında olduğu kadar ülkeler içinde de söz konusudur
- Yoksulluk çok boyutlu bir kavramdır; yalnızca düşük gelir ve düşük tüketim olmakla kalmayıp, aynı zamanda eğitim eksikliği, kötü beslenme ve kötü sağlık anlamına da gelmektedir. Ve bugün Türkiye’de 15 yaş üstü nüfusun %13,5’i okumaz-yazmazdır.
- Yoksulluktan en fazla etkilenenler çocuklar ve yaşlılardır.
ATO'nun raporuna göre;
- Türkiye’de her 100 kişiden 26’sı yoksuldur.
- Yoksulların yarıya yakınını (%47) 15 yaşından küçük çocuklar ve 65 yaşından büyükler oluşturmaktadır.
- 18 milyon yoksulun, %41’i 15 yaşın altındadır.
- Oyun ve okul çağındaki 7 milyon 325 bin çocuk anne ve babaları ile birlikte yoksulluğun kucağındadır.
- Bu çocukların %40’ı (2 milyon 919 bin) 6 yaşından küçüktür.
- Yoksulların %11,5’i, yani 2 milyon 64 bin kişi de 55 yaşından büyüktür.
- Bunların da %56,3’ü 65 yaşından büyüktür. Diğer bir ifade ile 65 yaşın üzerindeki 1 milyon 161 bin kişi, yaşamlarının son günlerinde yaşlılık ve hastalığın yanı sıra yoksullukla da boğuşmaktadır .(7)
Ağırlıkla bir az gelişmişlik sorunu olsa da, yoksulluk, birçok gelişmiş ülkede de temel bir sorun olmaya devam etmektedir. Türkiye’de ve dünyanın her yerinde yeterince beslenemeyen, temel sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamayan, ancak sesleri de pek duyulmayan milyonlarca yoksul insan bulunmaktadır.
Ülkemizde değişik amaçlarla dağıtılan yardım paketlerini ve 10 YTL parayı alabilmek için çamurlar içinde yuvarlanmayı, ekmeği biraz daha ucuza alabilmek için sabahın çok erken saatleri belediye büfeleri önünde uzun süre beklemeyi göze alan binlerce yoksul insan bulunmaktadır ve bunların çoğu da yaşlıdır.
Yoksul kimdir?
Başta özürlüler, işsizler, yaşlılar olmak üzere değişik toplum kesimlerine resmi kanallardan verilen sosyal yardımların önemli boyutlara ulaştığı gelişmiş ülkelerde, gelirlerin belirli bir düzeye ulaşmasını sağlayabilmek için hükümetlerin düşük gelirli kesimlere yaptığı gelir transferlerinin miktarı yoksulluk çizgisi olarak değerlendirilebilir ve bu yardımları alanlar da bu “resmi” ve “idari” tanıma göre yoksul sayılabilir(8) . Yoksulluk sınırının nerede çizileceği önem taşımaktadır. Öznel değerlendirmelerin yanı sıra ortak bilgi üretme kanallarıyla yoksulluğun ölçülebilmesi, nesnel kriterlerin oluşturulmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu bağlamda, Dünya Bankası’nın 1990 yılında yaptığı çalışmaya göre, kişi başına tüketilen kalori düzeyine bağlı “mutlak yoksulluk” kavramı önemli bir göstergedir. “Mutlak yoksulluk”: yaşamını insani koşullarda sürdürebilmeye yetecek gıdayı temin edemeyen, karnı doymayan; kendisini dış etkenlerden koruyacak bir barınağa sahip olmayan; temiz içme ve kullanma suyuna ulaşamayan; asgari sağlık hizmetlerinden yararlanamayan; temel eğitim göremeyen insanı kapsar(9) . Yoksulluğun evrensel doğası ve satın alma paritelerinin farklılıkları da göz önüne alındığında, ortalama bir hesaplama ile, mutlak yoksulluk sınırı az gelişmiş ülkeler için $1 olarak kabul edilirken, Türkiye’nin de dahil olduğu Doğu Avrupa ülkeleri için bu miktar $4 olarak belirlenmiştir.
Yoksullukta bu “mutlak” sınırın ortaya çıkışı, beraberinde “göreli” bir yoksulluk yaklaşımını da gündeme getirmiştir. Tüketim alışkanlıkları ve kültürü dikkate alınarak belirlenen “göreli yoksulluk” tanımına göre, yoksulluğun ölçülmesinde minimum kalori ihtiyacının yanı sıra temel ihtiyaçlardan olan barınma, eğitim, sağlık ve benzeri kültürel ve toplumsal ihtiyaçlar da göz önüne alınmaktadır. Göreli yoksulluk, kişinin kendisini toplumsal olarak yeniden üretebilmesi için gerekli tüketim ve yaşam düzeyinin saptanmasını içerir. Çoğunlukla mutlak yoksulluk sınırının altına çekilen yeni sınırlar, “ulusal yoksulluk” olarak da adlandırılan ve ülkeden ülkeye değişen yeni kriterleri de beraberinde getirmiştir. Buna ek olarak, sahip olma-olmama ikileminin ötesinde, yapabilme-yapamama dengeleri de göz önüne alındığında, yeni sınırlar ve çizgiler ortaya çıkmaktadır(10).
Yoksullukla mücadele programlarının başarısı, paradoksal olarak, yoksulların aktifliğini ve öznelliğini gerektirir. Hibe türü yardımlarla kimse fakirlik ve açlık sınırının üstüne çıkarılamaz. Ekonomik faaliyette bulunma potansiyeli olan kimselere sosyal yardım adıyla hibe yapılması da hatalı bir uygulamadır. Hibe yardımları istisnai olmalı, çalışamayacak durumdaki yaşlı, özürlü ve hastalarla sınırlı tutulmalıdır.
“Radikal” yazarlarından Yıldırım Türker’in “Yoksulluk çirkindir” başlıklı 31 Ağustos 2005 tarihli yazısında "Aç, muhtaç insanlara lütufta bulunur gibi orada burada yiyecek dağıtma üslubunun kendisinde, can çekişen yoksul bir insanlık kültürünün imzası okunuyor. Açları kapıştırıp seyretmekten zevk alan intihari bir kültürün" diye ifade ediliyor. Yoksulluğun çirkin, işgalci olduğundan, nefis terbiyesini gerektirdiğinden, insanı gelecek duygusundan kurtardığından, hapishanelerin onlarla dolu olduğundan ve sistemin varsılın seyredilmesi üstüne kurulu olduğundan söz ediyor. Gece gündüz kalabalık caddelerde dilenen çocukların üstünden atlamanın zorlaştığını, yaşlı kadınların artık insanın koluna yapıştığını ifade ediyor(11). Aslında dünyadaki durum da çok farklı değil. En zengin 200 kişinin sahip oldukları toplam servetin, yeryüzündeki en yoksul 2.5 milyar insanın toplam gelirinden fazla olduğu, dünyanın en zengin 3 kişisinin servetlerinin toplamının en yoksul 48 ülkenin GSYİH’sından yüksek olduğu, en zenginle en yoksul arasında kişi başına düşen ulusal gelir bakımından 230 kat fark bulunduğu ve 2008 krizinin bunu daha da derinleştirdiği bilinmektedir.
Dünya nüfus yapısındaki değişimler
Birleşmiş Milletlerin “Dünya Ekonomik ve Sosyal Araştırması 2007” (World Economic and Social Survey 2007) Yaşlanmakta Olan Dünyada Gelişim Raporunda global düzeyde;
- Yaşam beklentisinin 1950-55’de 47’den, 2000-2005’de 65’e ulaştığı, 2045-2050 yıllarında ise 75’e ulaşacağı öngörülmektedir.
- Bu süreçte 1950-55’den 2000-2005’e kadın başına doğum sayısı 5.0’den 2.6’ya düşmüş, 2045-50’lerde ise 2.0 çocuğa düşmesi beklenmektedir.
- Gelişmiş ülkelerde şimdiden bu rakam 2.0’nin altına düştüğü halde geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde nüfus baskısı hala sürmektedir. Ancak bundan sonraki aşamada dünya demografik değişimler ve bu değişimlerin yarattığı sorunlarla yüz yüze gelecektir. Özellikle çocukların ve çalışma yaşındaki yetişkin nüfusun oranındaki azalma nedeniyle yaşlı bireylerin oranında artış olacaktır.
- Yaşlı nüfustaki bu artış sağlık bakımı ve desteğe yönelik toplumsal politikaları da önemli ölçüde etkileyecektir.
Çizelge 1. Dünya Nüfus Eğilimleri (Birim: bin kişi, %, yıl) Yıl 1950 2005 2050 Toplam nüfus 2,519,470 6,464,750 9,075,903 Yaşlı nüfus (65+ yaş) 130,865 475,719 1,464,938 Gelişmiş bölgeler(2) 64,034 185,046 320,738 Gelişmekte olan bölgeler(3) 66,841 290,673 1,144,200 65+ yaş nüfusun oranı 5.2 7.4 16.1 Gelişmiş bölgeler 7.9 15.3 25.9 Gelişmekte olan bölgeler 3.9 5.5 14.6 Doğumda yaşam beklentisi1 (Erkek) 45.0 62.5 72.4 Doğumda yaşam beklentisi (Kadın) 47.8 67.0 77.0 Toplam doğurganlık hızı 5.0 2.7 2.1 Source: UN, "World Population Prospects," The 2004 Revision Note: - Life expectancy at birth and total fertility rate are 1950-1955, 2000-2005, and 2045-2050.
- Developed regions include Europe, North America, Japan, Australia, and New Zealand.
- Developing regions include Africa, Asia (other than Japan), Central and South America, Melanesia, Micronesia, and Polynesia.
Nüfusla ilgili gelişmeler yalnızca 65+ yaşta değil, 80 yaş üzerindeki insanlarda da artışa neden olacaktır. Japonya’nın 2000 yılında %3,7 olan 80 yaş ve üzeri nüfusu 2030’larda %11,1’e yükselerek dünyadaki önemini koruyacaktır. Bunu %9 ile İtalya izleyecek, Batı Avrupa da %6,6-9 arasında değişen 80+ yaş nüfusa sahip olacaktır. Bu oran Afrika ülkelerinde en yüksek Tunus’ta (%2,3) gerçekleşecek, diğer Afrika ülkelerinde %1’in biraz üzerinde olacaktır. Türkiye’de 2030 yılında nüfus 84 milyon 195 bine ulaşacak, 65+ yaş nüfusun oranı %12,9’a, 80+ yaş ise %2,4’e ulaşacaktır(12).
Demografik değişimler yaşlıları nasıl etkiler?
Dünyada ve Türkiye’deki değişimler daha eğitimli, beklentisi daha yüksek bir yaşlı nüfusun daha fazla sağlık hizmeti, daha uzun süreli ve kapsamlı sosyal güvenlik hakları talep etmeleri kaçınılmazdır. Yaşlı nüfustaki artış ve yaşlıların daha fazla hizmet talep etmelerinin önündeki engel doğurganlığın düşmesi gibi algılanmaya başlanmıştır(13). Oransal olarak bakıldığında da bu doğru gibi görünür. Ancak son zamanlarda dile getirilen “kadınlar kaç çocuk doğurmalı?” sorusundan yola çıkarak ilginç sonuçlar ve yorumlara ulaşırız;
- Yanıtlanması gereken temel soru “aşırı nüfus artışının kime yararı olduğudur”.
- “Aşırı artış ülkenin kalkınmasını mı hızlandırıyor?”
- Daha büyük, daha güçlü, daha saygın bir ülke olmasını mı sağlıyor? Yoksa gelişmeyi mi engelliyor?
- Nüfus artışındaki bugünkü 1.1 oranı yükselirse yaşlıların oransal olarak değeri düşer, ancak sayısal olarak bir şey değişir mi, yaşlıların, yoksulların sorunu çözülür mü?
- 15 yaş üstü nüfusun %13,5’inin okumaz-yazmaz olduğu bir ülkede, nüfusun daha hızlı artması “okuma-yazma oranı” ile “kişi başına düşen ulusal gelir”i nasıl etkiler?
- “Hızlı nüfus artışı işsizliğe bir çözüm olarak mı önerilmektedir?” Yoksa kadını iş yaşamından uzaklaştırıp erkek egemen bir piyasa mı arzulanmaktadır?
Bu ve benzeri pek çok soru sorulabilir. Nüfusun yaşlanması kadar önemli olan bir başka değişim ise yetişkin nüfusunun hızla artması olacaktır. TÜİK, 1990’dan bu yana toplam nüfusa oranı %60’dan 64’e çıkan 15–64 yaş arası üretken nüfus hacminin önümüzdeki 20 yıl boyunca %25 artacağını öngörüyor. Öte yandan üretken olmayan nüfusun (15 yaşın altı ve 65 ve üzeri yaşlardaki nüfus) 15–64 yaş nüfusuna oranı olarak tanımlanan bağımlılık oranı, 1990 nüfus sayımında 60 iken TNSA-2003’te 56’ya düştü. Bağımlılık oranındaki bu azalma, üretken nüfus üzerinde yaşlı ve genç nüfustan kaynaklanan ekonomik yükün önemli oranda azaldığını gösteriyor. Demografların “demografik hediye” olarak adlandırdıkları bu süreç, doğum oranlarındaki azalış ve genç nüfusun hızla işgücüne katılmasıyla gerçekleşiyor. İşgücü piyasasında oluşacak arz fazlalığının ekonomide daha yüksek bir büyüme hızına ulaşmak için bir fırsat yaratabileceği tezi Güney Kore ve Singapur örnekleriyle destekleniyor. Ancak işgücünün eğitim düzeyi ve kalitesindeki artış sağlanırsa gerçekleşebilecek olan bu büyüme fırsatı sonsuza dek sürmeyecek. Çünkü 2020’lerden sonra hızla sayısı artacak olan 65 yaş üzeri nüfus, üretken nüfustan hızla pay alacaktır(14).
Çizelge 2. Ülkelere Göre Nüfusun Yaş Yapısı Ülkeler 2005(%) 2030(Projeksiyon) 0-14 15-64 65+ 0-14 15-64 65+ Japonya 13.7 65.8 20.1 9.7 58.5 31.8 Almanya 14.4 66.9 18.8 13.2 59.5 27.3 İtalya 14.0 66.3 19.7 12.2 60.8 27.0 İsviçte 16.7 67.9 15.4 15.4 60.7 23.9 Kore 18.6 71.9 9.4 11.8 64.7 23.4 Fransa 18.4 65.3 16.3 16.4 60.4 23.2 Kanada 17.6 69.2 13.1 15.3 61.4 23.2 İsveç 17.4 65.4 17.2 17.1 60.2 22.8 İngiltere 18.0 66.0 16.1 16.9 61.5 21.6 Avustralya 19.5 67.9 13.1 17.3 61.4 21.3 ABD 20.8 66.9 12.3 18.2 62.4 19.4 Çin 21.6 70.7 7.7 17.3 66.5 16.2 Brezilya 27.8 66.0 6.1 20.9 66.6 12.5 Türkiye 28.3 65.8 5.9 22.1 67.8 10.1 Hindistan 33.0 62.0 5.0 22.9 68.3 8.8 Source: - Statistics Bureau, MIC (2005). United Nations; Ministry of Health, Labour and Welfare
- Kocaman, T. (2002). Nüfus Projeksiyon Yöntemleri. DPT, Ankara. http://ekutup.dpt.gov.tr/nufus/kocamant/projeksi.pdf
Dünyada bağımlılık oranı 1975-2005 arası dönemde 74’den 55’e gerilemiştir. Yine beklentiler 2025’te toplam bağımlılık oranının 53’e gerileyeceğini, buna karşılık yaşlı nüfus bu hızla artarsa 2050’lerde 57’lere yükseleceği tahmin edilmektedir. Türkiye’de ise 1975’te 82 olan bu oran 2000’de 55’e gerilemiş, 2025’te de 45’e gerileyeceği tahmin edilmektedir (Çizelge 3). Bu durum yaşlıların ekonomik koşulları ve yaşadığı çevrenin koşullarının hızla değişmesine neden olmaktadır. Son on yılda dünyanın pek çok kentinde yalnız yaşayanların oranı yükselmekte, yaklaşık her 7 kişiden biri yaşlı olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, yaşlı insanların büyük çoğunluğu yetişkin çocukları ile birlikte yaşamaktadır. Asya ve Afrika’nın ¾’ü, Latin Amerika’nın 2/3’sinde 60 yaş ve üzeri insanlar bu durumdadır. Yalnız yaşayanların oranı hala oldukça düşüktür ve %10’un altındadır, bununla birlikte çoğu ülkede artış sürmektedir. Aile yapısındaki değişmeler, işgücüne katılan kadın sayısının artması yaşlı bakımı ile sorunları beraberinde getirmektedir. Yaşlı insanların yaşam çevresi ile ilgili düzenlemeler hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için önemli politikaları içermektedir. Gelişmiş ülkeler kurumsal bakımı içeren uzun süreli formal yaşlı bakımını talep ederken, gelişmekte olan ülkeler hala uzun süreli bakım ve yeni informal bakım formları geliştirmeye, su, sanitasyon vb. temel gereksinimleri karşılamaya gereksinim duymaktadırlar(15).
Sayım Yılı Toplam Yaş Grubu 0-14 15-64 65+ Bilinmeyen A B C 1935 16 158 018 6 662 593 8 795 512 628 041 71 872 82.89 7.14 75.75 1940 17 820 950 7 503 326 9 668 796 629 859 18 969 84.12 6.51 77.6 1945 18 790 174 7 421 263 10 717 968 626 543 24 400 75.09 5.85 69.24 1950 20 947 188 8 018 479 12 211 300 690 662 26 747 71.32 5.66 65.66 1955 24 064 763 9 475 220 13 729 233 822 408 37 902 75.00 5.99 69.01 1960 27 754 820 11 427 006 15 299 311 978 732 49 771 81.09 6.40 74.69 1965 31 391 421 13 148 624 16 953 850 1 242 525 46 422 84.89 7.33 77.56 1970 35 605 176 14 878 187 19 152 564 1 565 696 8 729 85.85 8.17 77.68 1975 40 347 719 16 330 203 22 086 237 1 853 251 78 028 82.33 8.39 73.94 1980 44 736 957 17 433 912 25 022 358 2 113 247 167 440 78.12 8.45 69.67 1985 50 664 458 19 010 138 29 432 295 2 125 908 96 117 71.81 7.22 64.59 1990 56 473 035 19 745 352 34 265 838 2 417 363 44 482 64.68 7.06 57.62 2000 67 803 927 20 220 095 43 701 502 3 858 949 23 381 55.10 8.83 46.27 2025 87 756 000 19 374 000 60 463 000 7 919 000 - 45.14 13.10 32.04 Not: - Toplam yaş bağımlılık oranı
- Yaşlı bağımlılık oranı (65 + yaş)
- Genç bağımlılık oranı (0 -14 yaş)
2025 verileri TUİK nüfus projeksiyonundan hesaplanmıştır
Kaynak: TİSK araştırmaları 15-29 yaş grubu genç kızların % 60’ının, 25-29 yaş grubunun ise %66’sının hem eğitim hem de istihdamdan dışlandığını ortaya koymaktadır. Türkiye’de 15-29 yaş grubu erkek ve kızların %35’i atıl durumdadır. Bu oran OECD genelinde %9, Avrupa Birliği genelinde ise %7’dir. Toplam nüfus içinde çocukların oranı (0-14 yaş) 2007-2050 döneminde, %27,7'den, %17,7'ye inerken, aynı dönemde 65 yaş ve üstü nüfus oranı %6'dan %17,6'ya yükselecek.
Son “Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı”nda “önümüzdeki 35 yılın aynı zamanda önemli bir fırsat dönemi olduğunu da göstermektedir. 65 yaş ve üzeri nüfus ile 0-14 yaş arası nüfusun çalışabilir nüfusa oranını gösteren toplam bağımlı nüfus oranı 2025 yılına kadar gerileyecektir” denilmektedir. Doğum oranı 1.1’den 3’lere çıktığında “bağımlı nüfus oranı” ne kadar yükselecektir? Yıllardır süregelen ve “ailenin korunması” başlığı altındaki 41. madde aile planlaması ile ilgilidir, bu çalışmalar sayesinde 1975’te çalışma çağındaki her 100 kişi, 85 kişiye bakarken, 2005 yılında bu oran yani “bağımlılık oranı” 56’ya gerileyebilmiştir. “Önümüzdeki 20 yıl bağımlı nüfusun azalacağı buna karşılık çalışabilir nüfusun artacağı bir dönem olacaktır” denilen tasarıda “bağımlı nüfusun artış hızındaki azalmanın yaratacağı bu fırsat, sosyal güvenlik sisteminin yanı sıra istihdam ve kayıt dışı çalışmanın önlenmesi konularında da reformlar gerçekleştirilmediği takdirde bir tehdide dönüşecektir” ifade edilmektedir.
Demografik artış fırsat mı?
Sözü edilen bu demografik artışın fırsata dönüşebilmesi için;
- İşgücüne katılımın artırılması,
- Eğitimin dönüşüme ayak uydurması,
- İşgücündeki becerilerin dönüşümü ve
- Kurumsal yapının iyileştirilmesi gerekmektedir.
Bu da demografik değişimden kaynaklanan fırsatların ancak iyi kullanıldığı takdirde büyümenin önünü açabildiğidir. Ancak tek başına demografik artışın büyüme üzerindeki etkisi oldukça sınırlı olmaktadır.
Aslında ülkelerin gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun yaşlılara yönelik olumlu politikalar üretmek toplumların daha çok geleneksel yapısı ile doğrudan ilintilidir. Ülkeler varlıklı olmasa bile yaşlılara dönük hizmetleri olumlu olabilmektedir. Ekonomik varlık ile bu varlığın değişik toplum kesimlerinin hizmetine sunulması ülkenin sosyal politikası ile yakından ilintilidir. Yaşlıların yaşam kalitesi ve sağlık sonuçlarını etkileyen güçlü ekonomik, sosyal, politik ve kültürel belirleyiciler vardır.
Endüstrileşmiş ülkelerde, devletin sosyal harcamalara yönelmesinin ekonomik gelişmeyi olumsuz etkilediği belirtilmekte ve refah devletine karşı ideolojik eleştiriler geniş şekilde yapılmaktadır. Bu istekler geniş kabul görmekte ve günümüzde büyük çoğunluk, sosyal refahın ve sosyal harcamaların ekonomik gelişmeye zarar verdiğine inanmakta, harcamaların yatırımlarda, sanayide teşvik ve iş piyasasının esnekliğine negatif etki yaptığı iddia edilmektedir. Bu nedenle sosyal hizmetlerin ekonomik verimliliğe katkısı olmayan kimselere verilmesi eleştirilere neden olmaktadır.
Tıbbi ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortalama yaşam süresinin hızla artması, ailenin fonksiyonlarının devlet ve toplum tarafından üstlenilmesini gerektirmektedir. Bu anlamda yaşlı bireylerin yaşam standartlarını koruma ve yükseltme amaçlı sosyal refah hizmetleri önem kazanmaktadır. Sosyal devletin sorumluluklarını yerine getiremediği durumlarda “sosyal dışlanma” nın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Sosyal dışlanma, toplumsal işlevlerin dışında bırakılma yanında temelde zarar görme anlamına da gelir. Dışlanma, sosyal koruma için gerekli olan kaynak girişinin yetersizliğinin devam etmesi yanında sosyal bütünleşme ve güç eksikliği ile ilintilidir. Yaşlanma ile ortaya çıkan fiziksel güç ve gelir kaybı ekonomik gerilemeye neden olmakta, bu da dışlanmayı ve eşitsizliği artırmaktadır.
Günümüz politik anlayışı yaşlılara dinsel-geleneksel kökenli vicdani yaklaşımla hareket etmekte, bireysel, korumacı ve bastırıcı bir tutum izlemektedirler. Bunu yaparken de kalıcı bir sistemden çok, ayni yardım ve çıkara dayanan bir uygulama izlenmektedir. Bu anlayış iyi bir toplumda, insanların yaşlı ve muhtaç kişilerin yanında olması gerektiğini, onlara çeşitli zamanlarda erzak göndererek, yakacak yardımı yaparak toplumsal görevin yerine getirilmiş olacağını varsaymaktadır. Zaten yoksul olan yaşlılar da böylelikle bireyler ve kurumlar tarafından kontrol altına alınmış olmaktadır.
Çağdaş yaklaşım da insanların bu türden yardım ve desteklerini, duygu ve düşüncelerini reddetmez; ancak insanların sorunları ve gereksinimleri karşısında sorumluluğu ağırlıklı olarak kamuya -sosyal devlete- yükler. Bu sorumluluk ise tek tek bireylerin, grupların, toplulukların... farklı nedenlerden kaynaklı ve tümüyle kendi inisiyatifleri içerisinde gerçekleşen iyilik yapma dürtülerine bırakılamaz. Bunlar bir hak olarak tanımlanıyorsa hakkın yerine getirilmesinde bir de muhatap bulunmalıdır; o da “devlet”ten başkası değildir(16).
“Geniş aile”nin giderek dönüşümüyle yaşlılar aile içindeki konumlarını kaybetmektedirler; kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçiş, yaşam süresinin uzaması, özgüven eksikliği, göreli yoksullukları, kurum bakımı hizmetini ikinci derecede kabul edilebilir görmeleri ve kuşaklararası gerilim krizi oluşturan bileşenlerdir. Bunun yanında sorunlar; yaşlı insanın potansiyelinin tanınmaması ve kullanılamaması, ilgili hizmetlerin, yaşlıları tam olarak temsil etmeyen homojen bir grup için üretilmesi, bireylerin yalnızca yaşa göre damgalanması ve kategorize edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Yaşlanma 2002 Uluslararası Eylem Planında;
Yaşlıların tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden yararlanması temelinde eylem önerileri; yaşlılıkta sağlık ve iyi olma durumunun arttırılması, yaşlılar ve kalkınma, yaşlılara güvenli, kolaylaştırıcı, destekleyici çevre koşullarının sağlanması olarak üç konuda toplanmaktadır.
Türkiye’de yaşlılara yönelik çalışmalara ve yaklaşımlara bakıldığında şu sonuçlara ulaşılmaktadır;
- Siyasi partiler yaşlıların yaşamını kolaylaştırma ve sorunlarına çözüm üretmede samimi değildir. Son iki dönemde seçime katılan tüm siyasi partilerin program, yaklaşım ve uygulamaları bunu açık biçimde ortaya koymaktadır(17)
- Yaşlıların sorunu yalnızca ekonomik olarak değerlendirilmekte; sağlık, güvenlik ve sosyal sorunları göz ardı edilmekte, yaşlı sokağa çıkamaz hale getirilmektedir.
- Yaşlıların yoksulluğu gıda, kömür, vb. yardımlar yapılarak önlenmeye çalışılmaktadır. Devletin kendi yoksuluna bu şekilde yardım yapması “insan onurunu zedeleyici ve küçük düşürücü” bir tutumdur.
- Bu yardımlar “beni destekle” amacıyla, “sus payı” olarak verilmektedir. Devletin vakıf olmadığı, hayırseverler gibi “gönlünce” ve istediği zaman “lütuf” olarak değil, bir “hak” olarak vermesi gerektiği unutulmaktadır.
- Kümesel destek mekanizmalarıyla ayrımcılığa dayanan bir yardım -(hayır)- kabul edilemez. “Hayır” temelli kümesel yardım mekanizması, bu yardımdan yararlanacakların belirlenmesini, hayrı yapanın keyfiyetine bırakmaktadır.
- Bir devletin yoksul insanlarına çokça sosyal yardım yapması, o devletin başarısız bir “sosyal devlet” olduğunu ortaya koymaz mı?
- O zaman şu soru akla geliyor “devlet sosyal yardım yapacak parayı buluyorsa, bu kaynağın ihtiyaç sahiplerine aracısız ve resmi yoldan ulaştırılması gerekmez mi?”
- Ancak uygulamada destek kalemi (gıda, kömür, vb.) desteği veren tarafından belirlenmekte, bireye seçme şansı tanımamaktadır.
- Gerekli hallerde yaşlıları kurumlarda barındırmak yerine aile desteği öneriliyor. Ancak bunun alt yapısı henüz hazır değil. Ne yaşlı ne birlikte yaşayacak aileler belirli eğitimlerden geçirilmemiş.
- Akıl Hocalığı Merkezi Projesi (AKHOM) gibi günümüzde işlevselliği çok fazla olmayan projelerle vakit geçiriliyor. Bunun yerine Toplum Merkezleri Projelerinin yaşama geçirilmesiyle yaşlı izole edilmeden toplumla bütünleşebilir.
- Yaşlılık gerçeğini ne yazık ki “Beyaz Melek” filminden öğreniyoruz.
- Huzurevleri gerçeğini İstanbul’da ölen yaşlılardan sonra algılamaya başlıyoruz. Kentin ortasında ruhsatsız biçimde çalışan onlarca huzurevine hiçbir kurum, kuruluş müdahale etmiyor.
Peki;
Yaşlıya bakış “iyisiniz”den öteye gitmiyor
Sonsöz
Yaşlılık uzun yıllardan bu yana gelişmiş ülkelerin gündemini meşgul etmesine ve Türkiye’de de yaşlı nüfusta hızlı bir artış olmasına karşın;
21.yüzyıldaki hızlı yaşlanma süreci ile ilgili karşılaşılabilecek sorunlar;
Yaşlılara yönelik sorunlar ancak ulusal politikalar üreterek ve bunları yaşama geçirerek çözülebilir. Lokal, parçacı çözümler hiçbir zaman sonuca ulaşamaz. Yaşlının yoksulluğunun ve sorunlarının ülkenin sağlık, kalkınma ve istihdam politikalarından ayrı tutularak azaltılması olanaklı değildir. Yaşlıların haklarında politika üretilen bir grup olmaları yetmez, bu politikaların oluşturulmasında sosyal taraf olarak yer almaları gerekir. Ezilenler, süreçte nesne değil özne olmalı ve bunun ötesinde de, kendilerini kuşatan ve damgasını vuran duruma eleştirel olarak müdahale etmelidirler. Güçlendirmeyi değil güçlenmeyi sağlayacak bilginin oluşumuna ve sonra da bu bilginin onu edinmiş olanlarca uygulanmasına olanak sağlayacak bir yol olarak önerilebilir. Bu da doğrudan doğruya “örgütlenme” önerisidir(18).
Sağlık politikaları gözden geçirilerek sağlık kuruluşlarında "Yaşlı Polikliniği" ve "Geriatri Kliniği" projeleri yaşama geçirilmelidir. Sosyal Güvenlik Sisteminin nihai durumunun tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kentsel donanımın ve hizmet alanlarının yaşamı kolaylaştıracak ve toplumsal yaşama katılacak biçimde tasarlanması, özellikle kıra dönük ve yaşamdan koparmayacak kurumsal düzenlemeler sağlanmalıdır. Kısaca; sektörlerin tümünde bütün düzeylerde tutum, uygulama ve politikalarda değişiklikler gerekmektedir. Bunun da sosyal devlet anlayışının gereği olarak yerine getirilmesi gerekmektedir. Ancak şu da gerçektir ki Türkiye’de ilk kez kronik hale gelmeden potansiyel bir sorun alanı üzerinde düşünce üretilmeye başlanmıştır. Bu konu yaşlılıktır ve Yaşlı Sorunları Araştırma Derneği olarak 1998 yılından bu yana endüstrileşmiş ülkelerin yaşadığı sorunlardan sonuç çıkararak yaşlılıkla ilgili sosyal politikalar oluşturulmaya ve çözümler üretilmeye çalışılmaktadır.
Prof.Dr.Velittin KALINKARA
Yaşlı Sorunları Araştırma Derneği Başkanı
SÜLEYMAN DEMİREL'İN GÖZÜNDEN 'DÜN, BUGÜN ve YARIN YAŞLILIK'Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in gözünden
‘Dün, Bugün ve Yarın Yaşlılık’
Her ülke için, insanlık için çok önemli bir konu bizim kamuoyumuzun dikkatine getiriliyor. Daha çok konuşulması lazım gelen, anlaşılması lazım gelen, tedbirlerinin alınması lazım tek bir konu ile karşı karşıyayız. Bütün insanlık karşı karşıya. Hep diyoruz ki hayat tatlı, can azizdir. İnsanoğlu çok kere ölümsüzlüğü aramıştır. Ölümsüzlüğe ilaç aramıştır, bir sihir aramıştır. Bir şey aramıştır, mucize ilaç aramıştır ve bunun üzerine destanlar kurulmuştur. Bu destanların en önde gelenlerinden bir tanesi Gılgamış destanıdır ve ölümsüzlüğün çaresi bir şeye ulaşabilmekte, elini uzatmakta bir türlü ona ulaşamamaktadır. Netice itibari ile ölümsüzlüğe çare bulunamamıştır. Yalnız 20. yüzyıl çok enteresan bir yüzyıldır dünyada. 20. yüzyıldaa bilhassa 2. yarısında meydana gelen değişiklikler ilimde, fende, tababette meydana gelen değişiklikler dünyanın büyük bir savaşa girmesi, zenginleşmesi dünyanın çeşitli vesilelerle netice itibariyle tüm bunların sonucunda ortalama yaş yani beklenen yaşam süresi 45 ten 65’e çıkmıştır. 55 sene zarfında 45 ten 55’e. Yani aslında ortalama yaş 45 ise yer küre üzerindeki insanlık piramidi dediğimiz, demografi dediğimiz olayın içi başka, görüntüsü başka, her şeyi başkadır. İnsanoğlunun macerasında çocukluk var, yetişkinlik var, yaşlılık var, yaşam üç safha. Bu bir piramit meydana getiriyor. En dar kısmı yukarda, en geniş kısmı aşağıda olmak üzere, en tepede 40 ise bu piramidin boyu kısa ama en tepe 70 ise 80 ise daha bir değişik piramit ve bu değişiklikler sonucunda artan insan ömrü ve yine söyleyelim ilim ve fendeki gelişmeler dünya nüfusunu arttırmıştır. Yer küre üzerindeki insan varlığı bizzat yer kürenin de problemidir. İnsanın kendisinin de problemidir. Bu varlık İsa’dan önce 300 milyondur. 1800 yıllarına gelindiğinde 100 milyondur. 1900 yıllarına geldiğiniz zaman 1,5 milyardır. 2000 yılına geldiğin zaman 6,5 milyardır. Bu günkü aşağı yukarı yer küre üzerindeki insanlığın sonunu bir yerde değil birçok yerde aramak lazım. Bence bu demografi denilen olay iyice bilinmedikçe insanoğlunun diğer sorunlarını anlamak, bilmek mümkün değildir. Evet, buraya baktığınız zaman 2007 yılında nüfusu 6,5 milyar ve 687 milyonu 60 yaşın üzerinde yaşlılar tabir edilen bölüm ve geri kalan kısmı ise aşağı yukarı gençlik ve yetişkinler denen bir nüfus kitlesi ile dünya karşı karşıyadır ve bizim ülkemiz de. Bizim ülkemiz genç bir nüfusa sahip diyoruz, genellikle dünyadaki yaşlıların 60 yaş üstündekilerin nispeti %11 civarında ve bizim ülkemizde aşağı yukarı %5,5 civarındadır. Yine 4,5-5 milyona yakın 65 yaşının üstünde nüfusumuz vardır, 7 milyonun çocuğumuz, 4,5 milyon yaşlımız vardır. Yani 64 yaşın üzerinde olunca yaşlı işi bitmiş olmuyor. Ama bu tabirler böyle netice itibariyle dünyaya baktığımızda dünyanın 6,5 milyar insanı taşıma gücü aslında birçok problemin kaynağıdır. Yani dünya aslında 6,5 milyar insanı taşımakta zorluk çekmektedir ve bakarsanız 1 milyar insanın içecek doğru dürüst bir bardak suyu yok dünya insanının. 1 milyar insan günde 1 dolardan aşağı gelir sağlıyor. 2,5 milyar insan 2 dolardan aşağı gelir sağlıyor ki bu yoksulluk demektir. Yani 6,5 milyara çıkmışız nüfus itibari ile ama bir yoksul nüfus kitlesini meydana getirmişiz. Dünyanın geneli için söylüyorum. Bu kimsenin elinde değil, olan olayı söylüyorum. Bu günkü dünya yoksullukla zenginlik arasında çırpınmaktadır ve yoksulluktan nasıl kurtulacağız, dünyanın en önemli meselesidir. Ama sadece hadise bundan ibaret değildir. Yani sadece hadise demografinin hadisesi değildir. Başka hadiselerde bunun içerisinde bulunmaktadır. Dünya böylesine artan nüfusun gelir dağılımındaki durumu ve pek çok yerde pek çok sıkıntılarla karşı karşıyadır. Şöyle ki senede 11 milyon çocuk ölmektedir, 5 yaşını bulmadan ölmektedir, 500 bin kadın da doğum yaparken ölmektedir. Yani artan nüfusun getirdiği problemlerin içerisinde insanoğlu hiçbir şeyle layıkı veçhile meşgul olamıyor, gerektiği kadar meşgul olamıyor. Yani insanoğlu dünya nüfusunun artması ile her ülkenin nüfusunun artması ile ortalama yaşın artması ile adeta kendi başına dert açmış durumdadır. Bugün bunlarla boğuşuyor. Yeni hayat dediğiniz olayın bir meşaggat haline gelmiş olmasının sebeplerinden birisi budur. Esasen dünyanın da daha çok nüfusu taşıyacak gücü bugünkü hesaplara göre yoktur. Diyeceksiniz ki teknoloji imdada yetişir. Evet, teknoloji imdada yetişiyor. Esasen dünya nüfusunun artışının temelinde teknoloji yatıyor. Nasıl yatıyor teknoloji, insanoğlu öncesinde avcı, bir şeyleri toparlayıcı kendi hayatını devam ettirmek için tarım devrimine geliyor. Tarım devrimi yetmiyor. Sanayi devrimine geliyor. Sanayi devrimidir, aslında dünyaya nispi refahı getiren ve nüfus artışının genel sebebi de sanayi devrimidir. Yani 19. asır ve 20. asırdaki sanayi devrimi neticesinde meydana gelen bilimdeki gelişmeler, teknolojideki gelişmeler bu durumu hâsıl ediyor. Sanayi devrimi yalnız yer küre üzerindeki insanları çoğaltmakla, onlara kâfi miktarda refah sağlamakla kalmıyor, yer kürenin güneş sistemi içindeki durumunu da zedeliyor. Şimdi bunun altını çiziyorum. Şöyle zedeliyor; Bugün dünyada iklim değişikliği diye bir olay konuşuluyor. İklim neden değişiyor? İklim şundan değişiyor. Eğer atmosfere hazmedebileceğinden fazla karbon monoksit verirseniz o zaman güneşten gelen enerjiye karşın atmosfer fonksiyonunu yapamıyor. Yer küre adeta bir battaniyeye, yorgana sarılmış durumuna giriyor. Isınıyor, ısındığı takdirde de yağış, yağmur şartları değişiyor. Okyanuslardan yağmur alıp karalara getiren bulutların istikametleri değişiyor. Bugünkü dünya bunlarla çırpınmakta. Bunun adına da iklim değişikliği deniliyor. Yani nüfusun yer küre üzerindeki baskıları bir taraftan yoksulluğu, bir taraftan da iklim değişikliğini beraberinde getiriyor ve bunlar arasında 687 milyon yaşlı insan huzurunuza geliyor. Yaşlı insan dediğimiz 65 yaş üstünde o manada söylüyoruz. Çocuklar ve yaşlıların yekûnu aşağı yukarı sosyal insanların yekûnu kadar. Yeni dünyanın her tarafında çocukların ve yaşlıların yükünü çalışanlar taşır. Çocuklar ve yaşlıların nispetleri çok olduğu sürece çalışanların nispeti az olduğu sürece veya onun kadar olmadığı sürece birçok şikâyetler olacaktır. Bu genel bilgileri verdikten sonra yaşlılık meselesine gelmek istiyorum.
İnsanların yaşlanmaması mümkün değil. Yaşlanmayı önlemek, durdurmak mümkün değil. Zaten yaşlandım diye bir şikâyeti olan yok. Yani şöyle yok; Yaşlanma kaçınılmaz bir şey ve herkes yaşlanacak. Cenabı Allah diyor ki “bana döneceksiniz”. Peygamberimiz ne diyor: “Herkes ölümü tadacak” diyor ama o işin başka tarafı. Yalnız insanoğlu belli bir yaştan sonra işini gücünü bırakır, her şeyi bırakır sadece ölümü düşünmeye giderse, bu takdirde hem kendisine dünyayı ziyan ediyor, hem etrafına zehir ediyor. Kaldı ki insanoğlunun ne zaman ruhunu teslim edeceği de kendi elinde değil. Muayyen bir yerden sonra insan bir takım korkuların içerisine giriyor, bu korkulardan biri ölüm korkusudur. İnsan ölüm korkusuna geçildiği zaman dünyadan irtibatını kopartıyor, bekleyişe giriyor. Yaşlanma olayındaki en önemli hadiselerden bir tanesi korku bence. Eğer kişi bu korkuyu aşabiliyor, hangi yaşta olursa olsun hayatın güzelliklerinden yararlanmaya devam edebiliyorsa ve günü sadece boşuna geçirmek suretiyle değil gününü doldurarak geçirebiliyorsa bence o ihtiyarlık değil yaşlılıktır. Yaşlılık ile ihtiyarlığı birbirinden ayırmak istiyorum. Aslında burada çok önemli bir hadise var. Yaşlılık denince bence birinci görev kişinin kendisindedir. Devletten önce, toplumdan önce, herkesten önce kişi kendi düşünmeli. Eğer kişi yaşlandım ihtiyarladım artık benim bir gün daha yaşamam fazla gibi kanaate sahipse tabii ki ona yapılacak bir şey yoktur. Yani orada çok önemli bir hadise kişinin ne kadar mücadele gücü var, ne kadar yaşama sevinci var. Bu tür hadisenin içinde insanoğlunu çocukluktan tutup mezara kadar götürecek en önemli güç bence yaşam sevincidir. Yaşam sevgisi alınmaz, satılmaz insanın kendi içinde bulunur. Yaşam sevgisine sahip olabilmek bir terbiye meselesidir, eğitim meselesidir. Bu bir pozitif enerji meselesidir. Aslında pozitif enerjisi yüksek olan toplumlar uygar toplumlardır. Her şeyi merak haline getirmiş, her şeyi gam ve kasvet haline getirmiş, insanlardan oluşmuş bir toplumumuz varsa o toplumu karamsar bir toplum olmaktan kurtaramazsınız. Karşılaştığınız meselelerle boğuşacaksınız, bu boğuşma meselesidir. Birinci derecede kişilerin, yani kişinin başkalarından yardım görmeksizin çabalamasını gerekir, çünkü kişi hayatını kendi devam ettirecektir, başkaları devam ettirmeyecektir. Başkalarından yardım görmeksizin, hayatı yaşama zevkini, hayatı yaşama gücünü kendinde bulması lazım. Bu takdirde bence yaşın ihtiyarlıkla alakası kopuyor, yaşlanıyorsunuz fakat ihtiyarlamamış oluyorsunuz. İhtiyarlığa state of mind diyorlar, yani kendinizi ihtiyar hissediyorsanız ihtiyarsınız. Kendinizi genç hissediyorsanız gençsiniz. Bunu size kimse veremez, bu bilinci söylemeye çalışıyorum. Dün 40 yaşını ancak bulabilen ve oğlunun mürvetini bile zor gören insanlar bugün torununun hatta torundan sonra gelen kişinin mürvetini görüyor. Bu güzel bir şey aslında bundan şikâyetçi olmamak lazım. Bir taraftan ömrün kısalığından söz ederken ömür uzadıktan sonra ömrü kişi kendine dert ve sıkıntı haline getirirse işin içinden çıkmak imkânı olmaz. Bu noktada şunu söylemek istiyorum yaşlılık dediğimiz yerde korkuya ilaveten biraz evvel izah ettim, yalnızlık çok önemli rol oynuyor. Kişi bir yerde yalnızlığı göze alabilmeli. Yani başkaları olmadan da günü geçirebilecek şekle kendini adapte edebilmeli. Yalnızlık fevkalade önemli bir hadise bilhassa yaşlı kişiler için yalnızlık çok önemli bir hadise, çünkü yalnızlık bir yerden sonra bir işe yaramadığı olgusunu sokuyor içine. Bir şeye yaramadığı gibi bir düşünceye sokuyor, oda üzüntüye sebep oluyor ve en önemli hadiselerden bir tanesi bu oluyor.
Çok önemli diğer hadise yoksulluktur. Şimdi yaşlı insanların çalışıp hayatlarını kazanmalarını bekleyemeyiz. Bu mümkün değildir, çok kere mümkün değildir. Ama bir toplum düşününüz ki henüz sosyal güvenlik sistemini yerleştirememiş daha doğrusu sosyal güvenlik sisteminin yükünü kaldıracak kadar ekonomisini kaldıramamış ve sosyal güvenlik şemsiyesini kadınlı erkekli herkese götürememiş böyle bir toplum düşünün kişi çalıştığı sürece ancak hayatını idame ettirebiliyor. Çalışmadığı zaman yoksulluğun içine giriyor. Eğer ülkenizin sistemi sosyal güvenlik şemsiyesini herkese götürmüş ve herkesi muayyen bir yaştan sonra geçimini haysiyetli bir şekilde sağlayacak kadar bir nema sağlanacak durumdaysa o zaman yoksulluk geniş çapta azalıyor. Yoksulluğa mahkûm olan kitlelerin durumu içler acısıdır. Yani bu başka şeye de benzemiyor. Yani yaşlı insanların günlük hayatlarını devam ettirebilecek kadar gıda alamıyor oluşları fevkalade sıkıcı bir olaydır ki başında aile işin içinde bizim toplumumuzda yaşlı insan ailenin gülüdür, yaşlı insanları aile taşır, yalnız bu kırsal ekonomin yaygın olduğu zamanda böyledir. Şehir ekonomisine gelindiği zaman yavaş yavaş aile ekonomisinin yaşlı insanların taşımakta güçlükleri olduğunu görüyoruz. Yinede bizim ülkemizde on yaşlıdan yedisi kendi çoluğu çocuğu ile oturuyor. Çok önemli bir hadise yani bu azaldığı sürece on yaşlıdan beşi, on yaşlıdan dördü, on yaşlıdan üçü bu problem daha da artacaktır. Daha da genişleyecektir tabi yaşlı insanlar için yapılmış bir takım gayretler var, bugünde var, yarında var, olması lazım, daha da iyi olması lazım. Bugün her şey mükemmeldir diye bir şey yok ama ben size hadisenin geçen asrın ikinci yarısından sonra meydana gelmiş bir hadise olduğunu bütün dünyanın dikkatini çektiğini ifade etmek için bunları söylüyorum. Yaşlılık diye bir olay tüm dünyanın gündemindedir, yoksulluk bir parçası olarak da gündemdedir ve insanların el uzatması gereken konulardan bir tanesidir, toplumların gücünü göstermesi açısından fevkalade bir olaydır ve bizim ülkemizde gayet tabi birçok gayretler sarf edilmiştir. Bilhassa sosyal güvenlik şemsiyesinin bütün ülkemizi kaplamadığı yerde emeklilik yaşına gelmiş emeklilik imkânlarından mahrum, sigorta imkânlarından mahrum milyonlar var. Bu gittikçe azalıyor ama başlangıçta Türkiye sigortayı iyice tanıyor. Cumhuriyetle birlikte Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen şeyler ve emekli şemsiyesinin içine girdiğimiz zaman önemli bir kısım bilhassa kırsal kesimdeki önemli bir kesim devletin memuru ise, işçisi ise muayyen bir sigorta bir sistemine bağlıysa şemsiye içinde olur. Bunun dışında olan milyonlar var nihayetinde bağ-kur şemsiyesi getirilmiş bir takım şemsiyeler getirilmiş, bu şemsiyelerinde imkânları çok zor, netice itibariyle sosyal güvenlik sistemini bu sistemden faydalananların çabaları sayesinde yürütebilirsiniz. Gerçi devletler bir takım şeyler yürütme gayreti içindedir, hiç prim yatırılmamış sosyal güvenlik şemsiyesi tesis etmekte zorluklar var. Bunlara bizim devlet yaşlılar kanunuyla başladı. Yaşlılar kanunu şöyle çıktı ortaya: Anadolu’yu gezdiğimiz zaman gördük ki birçok yerde köylerde, kasabalarda, yoksul mahallelerde insanlar var kimsesi yok. Çalışabilmesi mümkün değil, zaten oturduğu yerden kalkacak hali yok. Komşusu bir tas çorba verirse bütün gün onunla geçiniyor. Bizim insanımız da çok hayırsever, her mahalle komşular bu çeşit insanları besliyor. Biz dedik ki bu şekilde yaşlanmış insanların yastığının altına bir zarf koyalım. Bir sarı zarf koydum. Bu zarf ikiyüz ekmek alsın, ikiyüz ekmek yemez ama mecburi itibari ile ikiyüz ekmek alsın. Bundan faydalanan aşağı yukarı dokuzyüzseksen bin kişi var Türkiye’de bu otuz sene öncesi olsaydı tabi bu otuz sene zarfında şemsiye daha da genişledi. Daha çok kişi şemsiyenin altına girdi. Şemsiyenin altına girince en az bir miktarda olsa geliri var, hem de sağlık sisteminin içine giriyor. Yaşlı insanlar için hatta yaşlı olmayıp da alt gelir gruplarında sağlık sistemi işlemiyor. Yani hastane kapısına giden kişiye paran yoksa öl muamelesi yapılabiliyor. Yeşil kart sistemi onun için getirilmiş bir sistemdir. Yani paran var veya yok, gel burada tedavi ol, parası olan anlamına gelir burada. Yani yoksul insanlar için devletin çıkarmış olduğu bir kolaylıktan eğer varlıklı insanlar faydalanmaya kalkarsa bu unun ayıbıdır. Buna ne kadar güvenebiliriz. Toplumların bir takım olaylara pek tabii ki gayret göstermesi lazımdır. Yani ilgi göstermesi lazım, alaka göstermesi lazım ve umuyorum ki önümüzdeki zaman içerisinde Türkiye’nin güvenlik sistemi ülkenin her ferdini kucaklayacaktır devletin gücü olduğu nispette. Çünkü dünyanın her yerinde sosyal güvenlik sistemleri sadece onu kullananların ödediği meblağlarla olmuyor. Devlette bunun üstüne bir şey koyuyor. Bugün dünyanın en önemli meselelerinden bir tanesi sosyal güvenlik meselesidir. Ülkenin her köşesini ve kişisini sosyal güvenlik kapsamı içine alan sosyal güvenlik sistemi meydana getiremedikçe yoksulluktan doğan ızdırapları ortadan kaldırmak mümkün değildir bu iş geniş çapta devletin işidir. Devlet bunu yapabilmelidir, ama devlet zenginse bunu yapabilir, gayet tabii ki halk zenginse devlet zengindir. Devletin kaynağı halkından aldığı vergidir. Halkında aldığı vergi devletin birtakım deliklerini kapayacak durumda değilse bundan sonra devletten bir takım şeyler beklemek fevkalade zordur.
Yaşlılar için bir diğer olay sağlık olayıdır. Bir korkudur dedim, iki yalnızlıktır dedim, üç yoksulluktur dedim, dört sağlıktır. Bakıyoruz şimdi aslında altmışbeş yaşın üzerindeki vatandaşlarımızın %89’u bir kronik hastalıktan şikâyetçi, bunun bir kısmı iki kronik hastalıktan şikâyetçi, bir kısmı üç kronik hastalıktan şikâyetçi, bu kronik hastalıkların içinde de diyabet çok önemli yer tutuyor; diyabetin kendisi ve diyabetin getirdiği şeyler. Diyabet hastalarının %65’i kadın %35’i erkek ve halen Türkiye’de nüfusun %7’si diyabetlidir ama yaşlılara geldiğimiz zaman biraz evvel verdiğim rakamların içerisindedir. Diyabet dediğimiz hastalığın birçok hastalığa sebebiyet verdiğini, diyabetle mücadele yaşlılık meselesinde önemli bir hadisedir. Yaşlılık dediğimiz olaydaki karşılaştığımız problemlerin çoğu yaşlılığa taşıdığımız olaylardır. Hatta çocukluktan taşıdığımız olaylardır. Bunun içindir ki piramidin çocuklar yetişkinler ve yaşlılar diye ayırdığımız kısımları, bunlar ayrı ayrı şeyler değil, üçü birbirinin devamı, üçü birbiri ile çok ilgili. Sağlıklı yaşam dediğimiz olayı çocuklukta, gençlikte, yaşlılıkta devam ettirmek imkânsız oluyor. Eğer sağlıklı yaşama çocuklukta ve gençlikte önem vermemişseniz bu sizi yaşlılığa geldiğiniz zamanda rahatsız ediyor ve tabii ki bu gün için dünyanın her tarafında yaşlının diyabetten başka sıkıntıları var. Beden sağlığını çok önemsiyoruz. Yaşlılıkta da beden sağlığı çok önemli bir hadise fakat ruh sağlığı, akıl sağlığı ve hafıza sağlığı bu üç önemli konuda sanıyorum ki hekimliğe çok önemli iş düşüyor. Yani tıp bilimine çok büyük bir iş düşüyor ve belki ortalama yaşın kırk olduğu zamanlarda bu o kadar önemsenmeyebilirdi. Ama bugün yaşlılık dendiği zaman en önemli hadiselerden bir tanesi hafıza kaybıdır. Ama bugün yaşlılık dendiği vakit en önemli hadiselerden bir tanesi hafızanın korunması, birisi aklın korunması, birisi de bedenin korunmasıdır. Hafızanın ve aklın korunmasında hekimliğin henüz istenen seviyeye gelebildiğini zannetmiyorum. Onun içindir ki dünya hekimliğinin bu üç meselede özünde çok büyük bir boşluk var. İnsanoğlu geçen elli sene zarfında çok şey bulmuştur. Umarım ki önümüzdeki elli sene zarfında Ya da on sene zarfında insanoğlu bu boşluğu dolduracaktır. Eğer derseniz ki altmışbeş yaşına gelmiş nüfus altmışbeşinden sonrası artık evinde otursun bu mümkün değil. Zaten o yükü taşımak mümkün değil, kişi verimli olduğu sürece bu verimliliği devam ettirmek lazım. Bugünkü yaşlılık meselesindeki en önemli hususlardan bir tanesi de kişiyi hem meşgul tutmak hem üretici tutmak bakımından hem moralini yüksek tutmak bakımından onun üreticiliğini korumak lazım, neyi yapabiliyorsa onu yapar durumda tutmak lazım. Bu hususta çok geçiş bir alan var. Bu hususta çok önemli işler yapılması lazım, aslında bakarsanız kişi kendisini yaşlı hissetmiyorsa bir takım güzel şeylerde meydana getirebiliyor. Bertrand Russel seksen yaşında Nobel mükâfatı almıştır. Pablo Picasso doksanbir yaşına kadar resim yapmıştır. Bunlar içerisinde çok parlak bir örnek, mimar Sinan’dır. Mimar Sinan 400’e yakın camii yaptı. Türkiye’de ve Osmanlı toprakları üzerinde han yaptı hamam yaptı, sebil yaptı, en büyük eseri Selimiye’dir bana göre Selimiye’ye seksenbeş yaşında başladı doksaniki yaşında bitirdi. O günkü şartların içinde yüzüç yaşında da öldü. Ama herkes böyle olmayabilir, herkes zaten Sinan olsa dünyada koyacak yer kalmazdı. Bunlar güzel örneklerdir. Kişiye cesaret veren örneklerdir. Önümüzdeki zaman içerisinde gerek bizim ülkemizde gerekse tüm dünyada yaşlılık konusunda çok önemli gelişmeler olacaktır. Yani insanlar yaşlılarını muhafaza etmek, yaşlılar da kendi kendilerini muhafaza etmek için çaba göstereceklerdir. Eski töreler vardır. Yaşlanmış bir kişiyi götürüp bir yere bırakırlar. Adam almış babasını götürmüş bir yere bırakacak bırakacağı yere gelince demiş ki “beni burada bırakıyorsun değil mi?' nerden bildin demiş? Bende babamı bırakmıştım” demiş, eğer siz babanızı bırakıyorsanız sizi de biri bırakır. Aile bağları bence çok önemli bir hadisedir. Ailelerin yaşlılarına her türlü ilgi göstermeleri semavi dinlerin esasıdır. Cennet nerdedir diye Hz. Peygambere sorulduğu zaman “ananızın topuğundadır, babanızın elini öperseniz oradadır cennet” sözleri boşuna değildir. Bütün semavi dinlerde bir ailenin yaşlılarına gösterdiği muhabbet ve merhamet, saygı insanlığın kriterleri arasındadır. Yapılacak elbette çok şey var. Türkiye’de bir takım şeyleri yaptık, huzurevleri bunlardan biridir. Huzurevlerini devlet yaptı, gönüllü vatandaşlarımız yaptı. Huzurevlerini yapabiliriz, çokta yapabiliriz. Önümüzde yıllar zarfında buradaki insana bakmak ayrı bir iştir, ayrı bir eğitim, ayrı bir sanattır. İnsana bakacak kadrolar yetiştireceksiniz yani personel yetiştireceksiniz, kati miktarda yaşlı insanların bakımını bilen onlara tahammül edebilen onu meslek haline getirmiş elemanınız yoksa o zaman gerek bu bakımevlerinde, gerekse huzurevlerinde, gerekse başka şekilde olan yerlerde istila durum vasıl oluyor. Çocuklarda da öyle eğer gerçek çocuğun psikolojisini anlayıp ona göre hareket etmek varken çocuğu karyolaya bağlamaya kalkarsanız o zaman olmaz. Yani yaşlılara ve çocuklara tahammül edebilmek önemli bir olay, sabır isteyen bir olay ve bu kadroları yetiştirebilmek önemli bir olay. Şimdi yaşlılık ve çocuk meselesinin en iyi halledildiği yer İskandinav Ülkeleridir. Orada 80 yaş ortalaması çoktan bulunmuş sanıyorum. Biz hem kendimizde hem de dışarıdan örnek almamız lazım. Bizim ülkemizde hayırsever çok muhterem kadınlarımız ve erkeklerimiz var. Önümüzdeki zaman içerisinde huzur evleri, bakım evleri yaşlılara ve çocuklara bakım yerleri toplumun önemli meselesi haline gelecektir. Ülke zenginledikçe ülkenin imkânları daha da geliştikçe hayırseverlerimizin bir taraftan devletin, diğer taraftan da belediyelerin yani hem devletin hem halkın beraberce bu işe eğilmesi lazım. Bu mesele sadece hayırseverlerle halledebilecek mesele değildir. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) her sene 30 senesini, 40 senesini, 50 senesini doldurmuş olanlara plaket verir. Bizde 50 senemizi doldurduk. İTÜ’ye gittik, plaket aldık. Dedim ki 60’ı koyun bakalım, 60 ı koydular. Bu sene Mayıs ayında yine gittik 60’ı doldurduk dedik verin plaketimizi sonra bana dediler ki bu 60’ı teklif eden sensin, ben ettim teklif, hakikaten peki 70’i niye etmiyorsun? sorayım arkadaşlarıma dedim benim tek başıma gelmem bir şey ifade etmez. Arkadaşlarım gelebilecek mi sordum baktım bana cesaret vermediler. Bir kısmı yaparız ederiz dedi, bir kısmı mırın kırın etti, 70’de taahhüde girmedim. Ama umarım ki 70’i başaracağız öyle görünüyor. Bu takdiri ilahidir, Allahın verdiği ömrü herkes yaşayacaktır, ne az, ne çok, öyle olunca işin biraz felsefesine dökeceksiniz. Şu dünyadan bir gitsek diye acele etmeyin gidenlerden geriye gelen yok. Onun içindir ki hayatı severek göğüsleyelim, meşakatları severek göğüsleyelim, yaşlanmayı kabul edelim. Ama ihtiyarlığı kabul etmeyelim.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum
Süleyman DEMİREL
TC. 9. Cumhurbaşkanı
TURGUT ÖZAKMAN' IN GÖZÜNDEN 'DÜN, BUGÜN, YARIN YAŞLILIK'Araştırmacı Yazır Turgut Özakman’ın gözünden
‘Dün, Bugün ve Yarın Yaşlılık’
Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum. Herhalde çocuktum ve aile arasında konuşulurken babamın 40 yaşında olduğunu duydum, içim cız etti ve dedim ki ne kadar yaşlı bir babam varmış. Yaşlılık kavramı Dünya’da, Türkiye’de ve bendeki hızla değişmeye başladı. Ben sanıyorum ki 80 yaşındayım, galiba en genç yaşımdayım.
Biz yaşamasını biliyor muyduk, bilmiyor muyduk? Padişahlarımızın çok büyük bir kısmı çok genç yaşta ölmüşlerdi. Beslenme rejimimiz sağlığa aykırıdır, spor yapmasını umumiyetle bilmeyiz. Bunu da rahatlıkla söylüyorum ben yürüme tembeli insanlardan biriyim. Doktor hiçbir şey talep etmese yürü diyor, ben onu da yapamıyorum. Çalışmayı tercih ediyorum. Bu çalışmak için bir mazeret olmuyor tabi ama gene de Cumhuriyetin getirdiği nimet, bilinç işte yaşlılıkla ilgili bilgilerin gelişmesi, hastanelerde yaşlılıkla ilgili bölümlerin kuruluyor olması, yaşlılık doktorluğunun öne gelmesi hepimizin birbirimizi uyarması, bize bir takım akıllar verilmesi sonunda ömrü uzatmaya başladı. Yaşlılık çok gerilere, ufkun gerisine kadar gitti. Ben Sinan’ın hayatını incelerken birden bire çok şaşırtıcı bir bilgi ile karşılaştım. Mimar Sinan hayatındaki ilk eserini 55 yaşındayken çiziyor. O da Van’ı geçecek bir küçük gemicik. Bizim şimdi emekli olmak için çılgın gibi mücadele ettiğimiz yaşta adam o büyük inanılmaz hayata başlıyor. Asıl büyük eserlerini ondan sonra yaratıyor. Christof Colomb 60 yaşında Amerika’yı keşfetti. Fakat Mimar Sinan Süleymaniye’yi yaptığı zaman 70 küsur yaşındaydı. Bunları görünce yaşlılıktan korkmamak gerektiğini ama korkmamak sebebini de bilmek gerektiğini Sayın Hocam çok güzel söyledi “Hayata tutunmak” yani insanın ailesine, çevresine, yurduna, yurdunun tarihine, yurdunun güzelliklerine tutunabilmesi. Ben Anadolu’yu geziyorum 3 yıldan beri, böyle grup halinde gezen Türklere hiç rastlamadım. İtalyanlara rastladım. İngilizlere, Fransızlara rastladım. Türkler evde oturuyorlar. Hani biz Orta Asya’dan Anadolu’ya nasıl geldik bu oturuşa bakarak şaşakalıyorum. Dünyanın galiba en güzel ülkesine sahibiz. Ben Fethiye’ye giderken o dağdan aşağıya doğru inerken Ölüdenizin kıyısına doğru yaklaşırken gölün maviliği, yeşilin güzelliği benim gözlerimi yaşarttı. Aynı güzelliği, aynı şiiri Karadeniz sahilinde de gördüm. Ordu’lular akılılık ettiler. O sahili öldüren Karadeniz’i öldüren sahil yolunu geçirtmediler, arkadan tünel ile geçtiler. O yolun bütün şiirler dolu küçük koyları hepsi aynen kaldı. Rüya gibi. Ege aynı şey, doğu aynı şey, bir yerde renkler pastel, bir yerde fevkalade yağlı boya, bir yerde sulu boya, ama rengârenk bir tablo gibi memleket. Böyle bir memlekete sahibiz. Ne yazık ki bu memleketimize gerçek anlamda sahip çıkmıyoruz. Çevre çok ciddi bir sorun. Biz gezerken uzaktan bir yeşillik görürsek ya üniversite var ya da askeri birlik var. Biz başıbozuklar yeşillikleri yok ediyoruz. Bunu biliniz biz doğa düşmanıyız. Toprak erozyonu çok önemli bir sorun diyoruz, Tema Vakfı çok haklı, çok doğru söylüyor ama bir şey söyleyeyim bir de inanılmaz bir zevk erozyonu var. Bir Atatürk zamanında yapılmış ilkokulların, ortaokulların mimari değerine, güzelliğine, tavanın yüksekliğine, sınıfların genişliğine bakınız. Bir de şimdiki beton kutucuklara bakınız. Arada sanki yüzlerce yıl var. Atatürk döneminde yapılmış bütün binalar sanat eseri. Peki sonra ne oldu, biz bu zevki, bu bilinci yitirdik. Şu anda dünyanın en genç milletiyiz. Yaşlıların sayısının çok az olduğu bir ülkedeyiz. Şimdi bile burada yaşlılarla ilgili bir kongrede gençler çoğunlukta. Bu ne güzel bir şey. Onların sinerjisinden yararlanarak yaşıyoruz zaten. Bizim aile ilgili bir sır söyleyim. Dokuz yaşında bir torunum, 90 yaşında bir kayınvalidem var, ailede iki en akıllı insan onlar. Ama kayınvalidem sporu düşünen insan, yürüyen insan, TV izliyor, gazeteyi alıyor sonuna kadar okumaya çalışıyor. Kendi okumazsa torununa okutuyor. Dünya ile ilgisini sürdürüyor. Biz öyle yapmıyoruz. Genelden bahsediyorum biz hemen hayatın kıyısına çekiliyoruz, belli bir yaştan sonra. Emekli olduktan sonra köylerdeki kendini yaşlı hisseden köylülerle konuştuğum zaman sırtlarını duvara dayıyorlar. Isınmaya çalışarak sessizlik içerisinde ölümü bekliyorlar. Ölüm üstüne giderseniz geri gidiyor, ben size söyleyeyim. Azrail bizden korkuyor. Biz yaşamak istiyorsak, sizin yaşama sevinciniz varsa Azrail ya şefkati yüzünden ya korkusu yüzünden, büyükte konuşmayım ama insanı bir dolanıp geçip gidiyor. Türkiye’nin şartları içerisinde yaşıyor olmak olağanüstü bir mucizedir. Bazen trafiğini, sağlığını, yönetimimizi, şehirleşmemizi, suyumuz ve havamızı düşünürseniz benim gibi 60 yaşını geçerken medyan okursunuz. Türkiye’nin bu durumuna, yani biz daha başından galip durumdayız. Bu galip durumu uzatmanın yolu bilgili yaşamak herhalde, birbirimize daha destek olmak. Ben 40 yaşında bir gerçeği keşfettim etrafıma bakarak, yaşlılığınız için dost biriktirin. Eğer dost arkadaşlarınız yoksa, dost ustanız yoksa size her zaman elini uzatacak dost bir doktor yoksa, dost bir avukatınız yoksa çok sıkıntı çekersiniz, yalnız kalırsınız. Onun için bu dost biriktirme tavsiyesini yaşıma sığınarak rahatlıkla söyleyebiliyorum. Benim gençlerle dostluğum çok iyi. Çocuklarımla çok iyi değildi ama üniversitede öğretmenlik yaptığım zaman gençlerle anlaşarak yürüdük. Sanıyorum ben onları çok sevdim, onlarda beni sevmemezlik etmediler. Çok şey öğrendim gençlerden, onlara öğretebildiğimi öğretmeye başladım. Bakın bizim büyük bir hatamız var. Türkiye’yi yönetenler için de söylüyorum, hocalar için, anneler, babalar için de söylüyorum geleceği planlıyoruz ama gençlere danışmadan planlıyoruz. Onlar için hayatı planlıyoruz, onların oyunu almıyoruz. Onların rızasını onayını almıyoruz. Gene bir şey söyleyeyim, sevgi lafını çok kullanıyoruz, tabi sevgi çok kutsal bir şey, gençleri sevmek diyoruz. Onların sevgileri var bizim sevgimize muhtaç değiller. Onlar bizim saygımıza muhtaçlar. Adam yerine, insan yerine konulmak, sayılmak bu çok önemli bir olay. İsrail Cumhurbaşkanı görevde olduğu sürede TV sokmadı İsrail’e. Gerekçesi de çok basitti, “benim ailem parlamentom akşam sofrasıdır. Bütün herkes o sofrada buluşur. Biz bütün dertlerimizi o sofrada halletmek zorundayız. TV bunu tahrip eder” diyordu. Çok da doğru söylemiş. Biz şimdi aile sofrasında oturup da gençlerimizin oyunu, rızasını, düşüncesini, duygusunu alarak onların geleceğini planlamıyoruz. Türkiye’yi yönetenlerde öyle yapmıyor. Ben Kültür Bakanlığının emrinde çok çalıştım. Biri Kültür Bakanı olduğu anda o güne kadar hayatında hiç tiyatro görmemiştir. Türkiye’nin tiyatro hakkında bilgili adamı kesilir. Sanatla ilgili her şeyi bilir olur birden bire. Danışmayı, görüşmeyi, konuşmayı, öğrenmeyi, ders çalışmayı bütünüyle unutur. Böyle bir huyumuz var ama biz hem halka, hem çocuklara, hem kendi vicdanımıza, hem belleğimize sürekli danışma durumundayız. Türkiye üzerinde çok ciddi oyunlar oynanıyor. Oyunlar iki, üç, dört oyun olsa rastlantıdır. Bütün dünya ülkeleri için söz konusu olabilir diyoruz ama sayısı o kadar çok ki bu bir rastlantı olamaz. Bütün bunları anlamamak anlamsız. Onun için çok tetik durmamız lazım. Her şeyi kabul ede ede gelirsek… Atatürk ve arkadaşları böyle yapsalardı bugün Ankara ve gerisinde birkaç il kalırdı. Sevr Antlaşmasına göre de küçük devletçik kolu kanadı kırık, cebi delik devletçik ebediyen denetim altında kalacaktı. Biz Sevr deyip geçiyoruz, Dünya da bir millete dayatılmış en barbar belgedir. Okumak lazım. Çokta uzun bir şey değil. 364 maddelik bir metin, 40-50 sayfa tutuyor. Onu okursak bugün içinde bulunduğumuz nimeti de anlarız. Atatürk ve arkadaşları o altın kuşağın bize nasıl bir nimet bıraktığını da anlarız. Ama biz tarihimizi ne yazık ki bilmiyoruz. Bizim kuşağımız benden sonraki bir, iki kuşak daha biz bu tarihi yapan insanlarla birlikte yaşlandığımız için az çok tarihimizi bilir haldeyiz. Özel çalışarak tarih hakkında bilgimiz gerçekleşti, zenginleşti. Ama bizden sonraki çocuklarımıza tarihini hemen hemen hiç bilmediklerini görüyoruz. Bakınız ben on yıldır üniversiteye liseden gelen çocuklara soruyorum kapitülasyon nedir? Şerefsizim daha bir tanesinden doğru cevap alabilmiş değilim. Biz lisede Lozan’da kapitülasyonlar kaldırıldı diye 50 yıl sarhoş olduk sevinçten. Büyük inanılmaz bir olaydı o. Bugünkü gençlerimiz bu olayı bilmiyorlar bile. Onun için genç ya da yaşlı herkese bir tavsiyede bulunup izin isteyeceğim. “Ne olur tarih dersimize çalışalım. Tarihimizi bilmezsek belleksiz insana döneriz. Bize verilen kimliği kabul ederiz sonrada, İşte bizi kravatımızdan yakalayıp istedikleri yere sürükleyebilirler. Böyle yapmayalım. Biz bu günü görelim diye çok insan öldü. Çok anne gözyaşı döktü, çok gözyaşları akıtıldı. Yine o İnebolu’dan Ankara’ya karınca dizileri gibi ardı kesilmeksizin o tipide, karda, sıcakta, kurt sürüleri arasından geçe geçe gelen ninelerimizi bir düşünün, ayağında çarığı olmadan büyük taarruza katılan askerleri düşünün. O Tınaztepe çakmak taşı gibi taşlandı. Onların çarıkları zaten yarım saat sonra paramparça oldu. Onlar o çıplak ayakla o dağları aştılar. Ayakları paramparça oldu, kan içinde Sincan ovasına kan içinde bastılar. O Atalarımızı düşünürsek bu gün bizim memleketimiz için herkesten daha çok sevmek, daha çok sevmek, çılgınca sevmek zorunda olduğumuz ortaya çıkar. Çünkü çok güzel bir memleket. Ama ona iyi bakmamız lazım. Biz kaçıncı ordusuyuz, kaçıncı haçlı ordusuyuz ki burayı da yakıp yıkıp, yağmalayıp, çekip başka yere gideceğiz.
İşte burası bizim vatanımız. Burasına gözümüz gibi bakmak zorundayız. Güzelliğine de, sağlığına da, imarına da, insanlarına da toprak kendi başına kutsal olmaz. Üstünde yaşayan insanlarla kutsal olur. İşte biz yaşıyoruz orda ve biz, bizi yönetenlerden bize saygı göstermelerin, bizi sevmelerini istiyoruz. Genç içinde istiyoruz bu sevgiyi, saygıyı, yaşlılar içinde istiyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum.
Turgut ÖZAKMAN
Araştırmacı, Yazar
YAŞLANAN NÜFUSTA YAŞLILIK VE AİLEDE BAKIMYAŞLANAN NÜFUSTA YAŞLILIK VE AİLEDE BAKIM
Nüfus yaşlanması 21. yüzyılda ön plana çıkan en önemli demografik olgulardan biridir. Bütün dünyada doğum oranları azalmakta, insanlar daha uzun süre yaşamakta ve dolayısıyla yaşlı nüfus sayısal ve oransal olarak artmaktadır. Nüfus yaşlanması, sağlıktan sosyal güvenliğe, çevre ile ilgili konulardan eğitime, iş olanaklarına, sosyal kültürel faaliyetlere ve aile hayatına kadar toplumun bütün yönlerini etkilemektedir.
Çoğunlukla gelişmiş ülkelerde daha görünür olan yaşlanma olgusu, artık gelişmiş ülkeler kadar, gelişmekte olan ülkeler açısından da önemle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanmasının sosyoekonomik yapıya olan etkileri üzerine birçok değerlendirme ve çalışma yapılmakta ve yaşlı nüfusun sosyal yaşamdam koparılmadan hayatlarını devam ettirmelerine yönelik çalışmalar önem kazanmaktadır.
Dünyada 600 milyon 60 yaş ve üstü nüfus bulunmakta ve 2025 yılına kadar bunun ikiye katlanması beklenilmektedir. 60 yaş üstü nüfusun 2050 yılına kadar 2 milyara ya da tüm dünya nüfusunun %21'ine, 2005 yılında %5,7 olan Türkiye’de ise 65 yaş ve üzeri nüfusun oranının 2050 yılında %17,6 ya ulaşacağı öngörülmektedir (1,2).
İnsan hayatında önemli bir süreç olan yaşlılığın; “Bireysel bir değişim, kişinin fiziksel ve ruhsal olarak gerilemesi”, “İnsanların sevdiklerini kaybettikleri, üretkenlikten tüketime geçtikleri, aktivite kayıplarının fazlalığı ve başkalarına bağımlı bir yaşam sürdükleri bir süreç” şeklinde çeşitli tanımlamaları yapılmaktadır (3).
Yaşlılık, kendine has biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve sosyo-ekonomik özelikleri ile insan hayatının kaçınılmaz ve geri döndürülmez sürecin son dönemidir. Bu dönemde yaşlılar genelde birçok sorunla karşılaşmaktadır. Yaşlılıktaki sağlık sorunları daha çok kronik ve dejeneratif hastalıklardır. Fiziksel yetersizlikler, ağrılar, kanser, kardiyovasküler hastalıklar, bilişsel bozukluklar, azalmış yaşam beklentisi ve sosyal izolasyon gibi sorunlar her ne kadar yaşlılara özel sağlık sorunları olmasalar da yaşlılıkta sık görülen sağlık sorunları arasında yer almaktadır (4).
Psikolojik açıdan algılamada yaşlanmayla birlikte, yaratıcı yeteneklerde bir azalma, dikkatsizlik, daha yavaş düşünme hızı görülebilir. Buna karşın yaşam deneyimleri ile birey zenginleşmiş olduğundan, iyi bir değerlendirme ve zengin konuşma dili ise kazançlarıdır. Öğrenme yeteneğindeki azalmaya, hareketlerindeki yavaşlama da eşlik edebilir. Zihinsel değişikliklere paralel olarak, kişilikte de değişiklikler oluşabilir. Yeni durumlara uyum sağlayabilme, yeni düşünceleri kabul etmede güçlük yaşayabilir. Çevreye karşı daha az ilgili, kendi bedenine ve kendine karşı daha ilgili olup, ilişkilerde daha derin ve seçici olabilirler. Yeniliklerden ürkebilirler ve eski yaşamlarını özleyerek genç nesille aralarındaki uzaklık artmaya başlayabilir (5).
Emeklilik ile birlikte bu dönemde statü ve ekonomik kayıp ya da yetersizlikler de söz konusudur. Oysaki yaşlı için yaşamı kolaylaştırma, düzenini değiştirmeme ve sağlığını sürdürmede ekonomik güvencesi oldukça önemlidir. Emeklilik sonrası gelir düzeyindeki düşüş, makineleşmenin ve hızlı nüfus artışının yol açtığı istihdam sıkıntısı, ortaya çıkan sağlık problemleri nedeniyle çalışma yaşamından uzaklaşma, hayat pahalılığı vb. nedenlerle yaşlı birey ekonomik sıkıntılar ve yoksullukla karşılaşabilmektedir.
Ailede Bakıma Muhtaçlık, Bakım Verenler ve Karşılaşılan Sorunlar
Toplumsal değişme ve gelişme sürecinde; geniş ailenin çekirdek aileye dönüşmesi, kadının çalışma yaşamına katılması, gelenek, kültür ve değerlerin değişmesi, gerek yaşlıların gerekse ailelerin ekonomik yetersizliği, eğitim düzeyinin yükselmesi ve ortalama insan ömrünün uzaması vb. nedenlerle yaşlılık ve bakıma muhtaçlık çok yönlü bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (6,7,8). Bu açıdan aile üyelerinden birinin bakıma muhtaç hale gelmesinden sonra ortaya çıkan durumun, bakım görevini yürüten bireyin özel yaşamına yaptığı etkiler, gerontolojinin son yıllarda üzerinde durduğu konulardan biridir.
Yaşlılığa bağlı bakıma muhtaçlık, hayatın diğer evreleri gibi çoğu zaman doğal ve kaçınılmaz bir olgudur. Kişinin kalıtım özellikleri, beslenme alışkanlıkları, hayat şartları, çevre ortamı, psikolojik ve fizyolojik yapısı gibi birçok unsur, bakıma muhtaçlığa erken veya geç, sorunlu ya da az sorunlu olarak sebebiyet vermektedir.
Bakıma muhtaç duruma gelmiş yaşlılar, günlük yaşam aktivitelerinde artık başkalarının fizikî yardımına ihtiyaç duyarlar. Bu yönüyle bakıma muhtaçlık, kişinin, bedensel hareket edebilirliğinin engellenmesi veya kısıtlanması sonucunda gerek beden temizliğinde, gerek beslenmede, gerekse ev idaresinde değişik sıklık ve yoğunlukla evde veya kurumda bakıcılar tarafından düzenli ve sürekli bakımına ihtiyaç duyma hâlidir(7).
Yaşlanan ebeveynin hastalanması, hastalanandan çok onun çocuklarında korku yaratır. Bakıma muhtaç hale gelirse, ona kim bakacak, bu görevi kim üstlenecektir. Bu korkunun farklı nedenlerden kaynaklandığı ise kesindir. Duygusal bağların zayıflaşmasından ziyade, ardında ekonomik, sosyal ve psikolojik sebepler ve bunların aynı anda, kişiler üzerinde baskı yaratmasıdır. Yaşlılık, sadece yaşlının değil, aynı zamanda onun yakın çevresinin de bir problemidir. Onlar için yoğun bir mesai harcayıp büyük fedakârlıkta bulunan ve bazen strese de yakalanan bakıcı aile fertleri ile yakınları bakıma muhtaçlık sorununun bir parçasıdır (9,10).
Genelde tüm dünya ülkelerine bakıldığı zaman bakıma muhtaç yaşlıların çoğunluğunun ailesi tarafından bakıldığı, bu bakımın da kadınların –çoğu kez kız çocukların- geçiçi veya sürekli olarak yaşlı ebeveynlerine bakan gizli bir bakıcı grubunu oluşturduğu, özellikle orta yaşlı ve 60 yaşın üzerindeki kadınların gönüllü bakımda büyük rol oynadığı bilinmektedir. Bakıma muhtaç yaşlıların sağlıkla ilgili sorunları kişisel bakımı, ev işleri, ulaşım ve alış-veriş ihtiyaçlarının önemli bir bölümü aileleri tarafından sağlanmaktadır. Kadınlar, bu rol ve sorumluluğu yerine getirirken, yoğun ve sürekli bakımın sonucunda fizikî, ruhî ve sosyal sağlıklarını yitirmektedirler (10,11).
Araştırmalara göre Yeni Zellanda’da ailede yaşlı üyelere gönüllü bakım veren kadınların oranının %63 iken bu oranın Hollanda’da %92’ye çıktığı, Belçika’da 50-60 yaş arasında gönüllü bakım veren kadınların oranının %49 olduğu ve bunların %29’unun 50 yaşın altında ve %22’sinin ise 60 yaşın üzerindeki kadınların oluşturduğu saptanmıştır (11).
Belçika’da evde kalan yaşlıların sadece %30’unun profesyonel servislerden yararlanabildiği, geri kalanlarının ise ya kendi kendine baktıkları ya da resmi olmayan kuruluşlar (komşular, akrabalar ya da gönüllüler) tarafından bakıldığı saptanmıştır (12).
Avusturalya’da yaşlı insanların %42’sinin günlük faaliyetlerinde yardıma ihtiyaçları olduğu saptanmıştır. İhtiyaç duyulan faaliyetler; ev işlerinde yardım, evde devamlı bakıcının bulunması, yemeklerin hazırlanması, kişisel ilişkiler ve seyahattir (13).
Kanada’da bakıma ihtiyacı olan yaşlıların %80’ine aileleri yardım etmektedir. Bu bakım yaşlı hastaneye veya başka bir kuruma kaldırılsa bile azalmamaktadır (14).
İngiltere’de yapılan araştırmalarda; çalışmaya katılan kız çocuklarının büyük çoğunluğu yaşlı bireye bakım işinin onların rolü olduğunu vurgulamaktadır. Yaşlılara bakma zorunluluğu daha çok kız çocuklarına düşmekte iken; bu zorunluluğu erkek çocuklar kendi eşleri aracılığıyla yerine getirmektedir (15).
Çin’de ailede bakım verenler ile bakım verenlerin hissettikleri yükü belirlemek amacıyla yapılan çalışmada; bakım verenlerin %52,5 inin kadınlar oluşturmakta ve kadınların ortalama yaşı 51’dir. Araştırmaya katılan bakım verenlere uygulanan Bakım Verme Yük ölçeğinden (ZBI) en yüksek puanı; bakım işi için yeteri kadar zamanı olmadığını, hastanın kendisine çok bağlı olduğunu hissettiğini, yaşlının geleceğinden endişelendiğini, yeteri kadar özel hayatının olmadığını belirtenlerin aldığı bulunmuştur (16).
Amerika’da bakım verenlerin profillerini belirlemek amacıyla yapılan bir çalışmada; bakım verenlerin yaklaşık 3 de 2’sini kadınlar oluşturmaktadır. Bunların %56,7’ si eşleri olup kızı ve gelini bunu izlemektedir. Araştırmaya katılanların %66,7 sinin herhangi bir işte çalışmadığı, bakım veren yetişkin çocukların %57,2 sinin evli olduğu, bakım verenlerin %60,7’sinin yanında yaşlının da yaşadığı bulunmuştur. Bakım veren kadınların çoğu, yalnız ana babalarına değil, çocuklarına, kaynanalarına ve diğer yakınlarına da bakmakta ve bu işi tek başına üstlenmektedir (10).
Kadının yaşlı bakımı ile ilgili sorumluluklarının yanında, aile içinde eş, anne, evin temizlik ve bakımı, idaresi gibi oynadığı çok amaçlı rolleri vardır. Kadınlar bu rollerini ve yaşlı bakımını isteyerek bile yapsalar bu sorumluluklarının ağırlığı; kadının mesleğini yapamamasına, aile ve iş hayatı rollerinin karışmasına, kazancının sınırlanmasına, işten ayrılmasına veya erken emekli olmasına neden olurken, ayrıca evde kalma zorunluluğu özgürlük ve gizliliğin kaybı, ilişkilerde gerginlik, fiziksel sağlıkta bozukluk, ruhen ve duygusal olarak hassaslık, azalan dinlenme zamanları, sosyal ve eğlence imkânlarından yararlanamama gibi sorunlara neden olabilmektedir. Ayrıca tüm bunlara ilaveten evle ilgili sorumlulukların yeterince yerine getirilememesi de dikkat çekeçek şekilde kadının yaşamını sınırlamaktadır. Bu bakım isteksiz verilse de yardımı alan yaşlı kendini suçlu hissedebilmekte ya da gücenmelere, aile ilişkilerinin bozulmasına neden olabilmektedir (11).
Ana babalarına bakan kişilerin çoğu ebeveynlerine karşı yapılması gerekenleri yapamadıklarını düşünerek bir miktar suçluluk duygusu yaşarlar. Kendileri çocukların ana babalarının kendilerine baktığı şekilde ana babalarına bakamadıklarını düşünebilirler. Bu tür duygular hem ana babada, hem çocuklarda öfke ve kızgınlık, hatta ebeveynlerinin ölümünden sonra genellikle pişmanlık hissi yaratabilir (9).
Bakıma muhtaçlık aile fertleri arasındaki barış ve sevgiye gölge düşürebilir. Gençler aile düzenini bozacağından, çocukların eğitimine karışacağından çekinir. Geçmişi yeniden yaşamak istemeyen gençler, yaşlılara açıktan ya da gizliden cephe alabilir (9).
Bazı durumlarda aile üyeleri arasındaki ilişkiler çok güç kurulmakla birlikte, yaşlıların evde bakımı diğer ilişkilere göre bazen duygusal olarak da daha çok hasar verici olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda yaşlı bakımını yapanların bu olayın ruh sağlığı üzerindeki etkisi incelenmiş; sonuçta bakımı verenlerin özgürlüklerinin kısıtlandığı düşüncesi onların psikolojisini olumsuz yönde etkilediğini ortaya çıkartmıştır. Araştırma; bakımı sağlayan kişinin ilişkilerini daralttığını, diğer rollere katılımını etkilediğini, desteğin psikolojik boyutunda ise duyguların ve özgürlüklerin kontrolünü azalttığını göstermiştir. Yaşlı eşine bakan kadınların genellikle endişeli, üzgün oldukları, eski sosyal ilişkilerini sürdüremedikleri ve kendilerini yalnız hissettikleri belirlenmiştir. Bakımı yapılan yaşlıların da suçluluk, başkalarına bağımlı olma, kendini yalnız hissetme, içe kapanma gibi duygusal açıdan olumsuz etkilendikleri saptanmıştır (15,17).
1993 yılında Kanada İş ve Yaşlı Grubu Araştırma Merkezi ile Ontario Üniversitesinin ortaklaşa düzenlediği ve 5121 kişinin katıldığı araştırmada; çalışan bireylerin yaşlı bakımı sorumlulukları ve bu sorumlulukların işlerine ve özel yaşantılarına etkileri araştırılmıştır. Deneklerin üçte birinin ev temizliği, ulaşım gibi genel bakım sağlamak için haftada 4 saat fazla zaman harcadıkları, özellikle kadınların %12’sinin yıkama, giyinme, beslenme ve kişisel bakım için haftada 9 saat harcadığı bulunmuştur (14).
Bakımın olumlu yönü ile ilgili ise çok az araştırma bulunmakla birlikte; duygusal tatmin, kişisel gelişme ve yakın ilişkiler olarak belirtilmektedir. Ayrıca; yaşlı bir akrabaya bakım işbirliği yapma, iletişim için olanak sağlanması gibi bir amaç ve hedefi paylaşmayı da ailelere sağlayabilmektedir. Olaya yaşlılar açısından bakıldığında aileleri tarafından bakılan ve toplumdan destek gören yaşlıların bundan son derece olumlu etkilendikleri, aile bağları ve sosyal ilişkileri kuvvetli olan yaşlıların ölüm oranlarının diğer yaşlılara göre iki veya üç kat daha az olduğu ve toplumsal yaşamında da daha aktif ve verimli oldukları belirlenmiştir (17).
Dünyadaki genel uygulamada kısmi/tam olarak sürekli bakıma gereksinim duyan, tüm olanakları tüketmiş, kendi başına bağımsız olarak yaşamını sürdüremeyen, sosyal ve psikolojik açıdan yalnızlık ve güvenlik gereksinimi duyan yaşlılara huzurevlerinde, ağır somatik ve psişik sorunları olan (yatağa bağımlı-demans, Parkinson vb.) yaşlılara da tıbbi refakat ve terapi imkanları bulunan sağlık kuruluşu niteliğindeki bakımevlerinde hizmet verilmektedir.
Türk Ailesinde Yaşlılık
Yaşlanma; biyolojik bir süreç ise de kalıtım, yaşam biçimi, yapılan iş, beslenme alışkanlıkları, kronik hastalıklar ve bireyin kişilik yapısı, toplumun ve çevresinin bireyi, bireyin de kendini algılayışı gibi etmenler nedeniyle bireysel farklılıklar da içerir. Yaşlıların toplum içindeki statüleri, toplumun uygarlık düzeyinden çok geleneklerine ve kültürüne göre değişmekte, yaşlılara ilişkin hizmetler de dinsel ve kültürel düşünce hareketleriyle toplumdaki refah düzeyine koşut gelişmektedir (6).
Toplumumuzun tarihine bakıldığında, yuva kurmanın değeri, aile bütünlüğü ve yaşlılara ihtimamın önemli bir yer tuttuğu, eski Türklerde atanın-kadın ya da erkek- daima korunduğu anlaşılmaktadır. Cumhuriyet döneminden itibaren Türkiye’de toplum ve aile yaşamında hızlı ve önemli değişimler olmuştur. Hızlı değişmeler toplumsal kurumları, davranış ve değerleri değiştirmiş, ailedeki değişimler yaşlının statüsünü ve fonksiyonlarını etkilemiştir. Ancak Türkiye de aile yapısı değişirken, ailenin fonksiyonları aynı yönde değişmemiştir. Bir yandan geniş aileden çekirdek aileler ayrılmış, öte yandan fonksiyonel açıdan aile ve akrabalık sistemi oluşmuştur. Sonuç olarak Türkiye’de hala aile kurumu ve aile bağları bulunmakta, bütün olumsuzluklara rağmen aile direnmektedir. Nesiller arasında sevgi ve saygıya dayalı bir uyum vardır. Aileler yaşlıların bakımını bir zorunluluk olarak ele almamakta yaşlı bakımını aile içinde yerine getirdikleri sorumluluklardan biri olarak görmektedirler. Gerek kır ve gerekse kentte aileler ayrı hanelerde otursalar da, akrabalar arasından karşılıklı yardım ve destek beklenmektedir. Maddi desteğin yanında çocuk bakımında ana-babadan yardım istenmekte, yaşlı ana babanın bakım ve geçim sorumluluğu ise yetişkin çocuklara düşmektedir (18).
Sosyal bir probleme dönüşen bakıma muhtaçlık, aile ve toplum arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir. Türkiye’de şimdiye kadar bu konu üzerinde çok fazla tartışma başlatılmamış olması, aslında toplumumuzun genel tablosuna da bir hayli uyuyor. Bu durum yaşlılık sorunu ve daha başlıca toplumsal sorunları çözerken çok önemli bir avantajdır (9).
Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1992 yılında “Türk Aile Yapısı Araştırma” sonuçlarına göre; Türkiye’de yaşlıların %63’ü kendi evlerinde yaşamaktadır. Sosyolojik araştırmalardan çıkan sonuçlar bir yaşlının ayrı evde oturmasından dolayı kendisini yalnız hissetmediğini göstermektedir. Bilim adamlarına göre bu durum, yaşlıların sosyal ilişki ağının içinde yer aldıklarına dair bir göstergedir ve yaşlının sosyal refahının ve mutluluğunun sağlamasında çocuklara eş ve akrabalarla olan ilişkiler büyük bir önem taşımaktadır Yaşlıların çok azının, izolasyon riskiyle karşı karşıya oldukları kabul edilir. Hacettepe Üniversitesi Geriatrik Bilimler Araştırma merkezi tarafından yapılan bir çalışmada da araştırmaya katılan bireylerin yaş ilerledikçe çocuklarla, eş ve akrabalarla olan ilişkilerinde değişiklik olmadığı görülmekte olup, yaşlıların yarıdan fazlasının çocukları tarafından sıklıkla, akraba ve arkadaşları tarafından özel günlerde veya ara sıra ziyaret edildikleri bulunmuştur. Bu duruma gerek kendi evinde yalnız, gerek kendi evinde eşi, çocukları veya akrabaları, gerekse kızı, oğlu ve akrabalarının yanında yaşamanın bir etkisi olmadığı saptanmıştır. Bu bulgu toplumumuzun geleneksel değerlerine bağlı olarak sosyal dayanışma içinde olduğunun, yaşlıların çocukları ve akrabalarıyla ilişkilerini yoğun bir biçimde sürdürüldüğünün bir kanıtıdır (19). Bu konuda yapılan araştırmalar da (17,20) bu bulguları destekler niteliktedir.
Aile araştırma kurumunun yaşlılar ile ilgili yaptığı çalışmalarda yaşlıların büyük çoğunluğunun aileleri tarafından bakıldığı bulunmuştur. Bu bakımda da geleneksel değerler çerçevesinde yaşlıların bakımı genellikle ailede kadınların görevi olarak görülmektedir(21). Ancak tüm sosyal ve ekonomik alandaki hızlı değişmelerin yaşlanan nüfusla birlikte toplumsal kurumları, davranış ve değerleri değiştireceği, ailedeki değişimlerin yaşlının statüsünü ve fonksiyonlarını etkileyebileceği öngörülmektedir. Bu nedenle diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de artık yaşlılık olgusunun ve yaşlılık politikalarının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca Türkiye’de ev ortamında bakılan yaşlılara profesyonel anlamda haricî bakım desteği sağlanamadığı için, gerek bakıma muhtaç yaşlılar, gerekse onlara bakan aile fertleri veya yakınları bakım sorunu ile baş başa kalmaktadır. Yoğun ve zahmetli bakımın yol açtığı stres neticesinde bazen aile içi gerginlikler de gün ışığına çıkabilmektedir. Zaten yeterince profesyonelce yapılmayan bakımın niteliği de bu yüzden daha da zedelenmektedir.
Bu konuda ülkemizde yapılan çalışmalarda yaşlı bireye bakım vermenin bakım verenlerin fiziksel sağlığını olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Bu etkilenim uyku bozuklukları, gastrointestinal rahatsızlık ve baş ağrısı gibi daha çok stres bağlantılı şikayetleri içermektedir. Bu da bize bakım veren bireylerin yaşlı bakımından fiziksel olarak zorlandıklarını, bu zorlanmalara bağlı ruhsal sorunlar (ilgi kaybı, yaşam enerjisi kaybı, ciddi depresyonlar) yaşadıklarını ve bu sorunlarla etkisiz baş etmeye bağlı fiziksel sağlıklarında da etkilenme olduğunu göstermektedir (22,23).
Çalışan ve bakım görevini yürütenlerin sağlık, aile ve ekonomik alanlarında büyük bir tehdit ve baskı içinde olduklarını birçok araştırmacı ve bilim adamı dile getirmektedir. 65 yaşın altında olup bakıcı rolünü üstlenenlerin çoğu çalışmaktadır. Haftada 70 saatlerini bakım işine ayırmaktadırlar. Çalışmakta olan bakım verenler ise 40 saatlerini yaşlılarına ayırmaktadırlar. Bakıcı rolünü üstlenenlerin üçte ikisi bu rolü iki yıldan fazla bir süre sürdürmüştür. %90’ı bu işin ‘acı verici’ olduğunu ifade etmiştir. Üçte ikisi eşik üstü depresyon semptomları göstermiştir. Dörtte üçü ise kendisini zaman zaman depresif hissettiğini bildirmiştir (24).
Bakıcı rolünü üstlenenler yalnızca zaman ve enerji değil aynı zamanda maddi kayıplarının olduğunu da ifade etmişlerdir. Yaşlının bakımını üstlenmek, ekonomik baskı altına girmek anlamına geliyor. Eğer herhangi bir yerden yardım umudu yoksa ailenin ekonomik sıkıntısı daha da artıyor. Bakım verenlerin %33’ü bu rol yüzünden iş saatlerini azaltmak zorunda kaldıklarını dolayısıyla daha az para getiren işlere kaymak zorunda kaldıklarını bildirmişlerdir. Yine %33’ü bakıcılık görevleri yüzünden işlerinde daha az yaratıcı hale geldiklerini söylemişlerdir. %20’si ise bakım verme fonksiyonu yüzünden işlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır (24).
Geleneksel aile içinde saygın bir yeri, otoritesi olan yaşlının; aile dışında bir bakım biçimi olan huzurevine yerleştirilmesi -özellikle- yaşlı açısından kolayca kabul edilememektedir. Toplumdaki statüsünü yitirmek ve evinde alıştığı yaşamdan vazgeçmek yaşlı için zordur. Yaşlı için evi; bildiği, hakim olduğu, kendini güvende ve özgür hissettiği, anılarıyla beraber olduğu bir ortam iken huzurevi ise; çevre denetimini göreli olarak yitirdiği, ilk kez karşılaştığı farklı kültürlerden gelmiş insanlarla birlikte yaşamak zorunda olduğu yeni bir ortamdır. Huzurevi ortamında yaşlının ortak kullanım alanlarını diğer yaşlılarla paylaşması birçok soruna yol açmaktadır. Statü kaybına uğradığını düşünen yaşlı; kuruluşa kabul sonrası değişik savunma mekanizmaları geliştirerek farklı davranışlar geliştirmektedir.
Kurum bakımının pahalı olması, bakıma gereksinim duyan bireyi toplumsal hayattan soyutlaması ve bakım verenlerin karşılaştıkları sorunlar, günümüzde yakın çevre içerisinde bakıma olanak sağlayacak destek hizmetlerinin yaygınlaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Bu amaçla gelişmiş ülkelerde özürlülük, kronik hastalık ve yaşlılık gibi durumlarda bireyin çevresi ile olan ilişkisini kuvvetlendirmek ve desteklemek, kendi yaşamını özgürce alıştığı ortamda devam ettirmesini sağlamak, istek ve beklentilerine cevap vermek, sosyal işlevselliğini arttırmak ve aynı zamanda devletin kurum bakımı alanındaki maliyetlerini azaltmak için toplum temelli bakım anlayışı benimsenmektedir (7).
Toplum temelli; koruyucu, önleyici, tedavi edici ve geliştirici bir sosyal hizmet modeli olan evde bakım; özürlü, yaşlı, süreğen hastalığı olan veya nekahet dönemindeki bireyleri bulundukları ortamda destekleyerek, sosyal yaşama ayak uydurabilmelerini sağlamak, yaşam kalitelerini arttırmak, yaşamlarını mutlu ve huzurlu bir biçimde sürdürerek toplumsal entegrasyonlarını gerçekleştirmek, bakıma gereksinim duyan bireyin aile üyeleri ve özellikle de ailedeki kadın üzerindeki yükünü hafifletmek için birey ve aileye sunulan psikososyal, fizyolojik ve tıbbi destek hizmetleri ile sosyal hizmetleri içeren bir bakım modelidir. Çok geniş bir uygulama alanı olan evde bakım bu yönüyle doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, diyetisyen, fizyoterapist, iş-uğraşı terapisti, ev ekonomisti ve diğer sosyal hizmet elemanlarının aktif olarak yer aldığı ve disiplinlerarası ekip çalışmasını gerektiren bir hizmettir (7,25).
Bunun yanı sıra gündüzlü merkezler, gelişmiş ülkelerde yaygın bir hizmet olup kendi evlerinde tek başlarına ya da çocuklarıyla yaşayan ve gündüz kendisine bakacak kimsesi olmayan yaşlılara, gereksinimlerinin karşılanmasına yönelik gündüz saatleri içerisinde bakım ve destek hizmetleri sunmaktadır. Bu merkezlerde yaşlıların kişisel temizlikleri ve tıbbi takipleri yapılmakta, öğle yemekleri verilmekte, fizik tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri ile sosyal aktivite ve gezi imkanları sunulmakta, ayrıca psiko-sosyal destek de verilmektedir(26).
Gündüzlü hizmetler; yaşlının kendisine olan saygısını arttırarak güçlenmesini, bağımsız yaşamasına yardım ederek iyilik halinin yükseltilmesini amaçlar. Yaşlıların toplumla bağlarını koparmadan sosyal, eğitsel, mesleki ve serbest zaman değerlendirme faaliyetleri aracılığıyla gelişmelerine destek olur (26). Gündüz bakım evlerinin kullanımı ve duyulan tatmin üzerine yapılan araştırmada da gündüz bakım evlerini kullanan bakım verenlerin memnuniyet düzeylerinin oldukça yüksek olduğu ve bu hizmetleri kullanım sıklığın artmasıyla duyulan memnuniyette bir artış olduğu, çalışan bakım verenlere göre çalışmayan bakım verenlerin bu hizmetleri daha çok kullandığı bulunmuştur (27).
Kendi evlerinde yaşamlarını sürdüren yaşlılara yönelik alternatif bir gündüzlü hizmet modeli olarak ortaya çıkan yaşlı dayanışma merkezlerinin sayısı ise Türkiye genelinde oldukça sınırlıdır. Bu merkezlerde evde bakım hizmetleri sunulmadığı gibi çağdaş anlamda gündüzlü hizmetler de verilmemektedir. Gerek uzman personel sayısı, gerekse mali finansman sıkıntıları nedeniyle yaşlı dayanışma merkezlerinin ayakta kalmaları git gide güçleşmektedir. Danış tarafından SHÇEK’e bağlı Ankara’daki iki yaşlı dayanışma merkezinde yapılan bir araştırmada yaşlıların; büyük bir çoğunluğunun yaşlı dayanışma merkezleri tarafından kendilerine sunulan hizmetleri yeterli bulmadıkları ve sağlık, eğitim, kültür, evde bakım, serbest zaman değerlendirme, gezi-tatil, psiko-sosyal destek gibi çeşitli hizmetlerin yaşlı dayanışma merkezleri tarafından sunulmasını arzu ettikleri sonucuna ulaşılmıştır (28).
Sonuç ve Öneriler
Günümüzde özürlülük, kronik hastalık ve yaşlılık gibi geçici veya sürekli bakıma gereksinim duyulan durumlarda bakım sorumluluğunun yalnızca aile bağları ile çözümlenemeyeceği gerçeği daha iyi anlaşılmış ve bakım hizmetlerinin organizasyonunda aile kadar topluma da bir sorumluluk yüklenmiştir. Yaşlılık daima aile ile birlikte düşünülmesi, cevapların bu bağlamda aranması gereken toplumsal bir olgudur. Aileyi parçalamadan, geleceğini tehlikeye atmadan yaşlısına bakmasını ve bu işi üstlendiği için maddi ve manevi zararlarla karşılaşmamasını sağlamak gerekiyor. Ancak ailenin ve yaşlıların geleceklerini belirlemeden, bunu başarma şansı bir hayli azalır (9).
Bakıma muhtaçlığı geleceğe yansıtarak da ele almalıyız. Dinamik yapısı içinde sürekli değişen toplumumuz, gelecekteki yaşlısının beklentilerine uygun sosyal politikalar üreterek, bu problemi kontrol altına almanın yollarını aramalıdır. Burada örf ve adetlerinden, bölgesel özelliklerine kadar çeşiti faktörler rol oynayacaktır. Bütün faktörlerin iyi analiz edilmesinden sonra daha çağdaş bir sosyal güvenlik sistemine geçilmelidir (9). Bu nedenle ülkemizde bakım verenin fiziksel, psikolojik ve sosyoekonomik sorunlarını detaylı inceleyen araştırmaların yapılması sorunun çözümüne akılcı ve geçerli öneriler geliştirmede yardımcı olabilecektir.
Bakıma ve yardıma muhtaçlık, bugün olduğu gibi yarın da yaşlılığın en önemli sorunu olmaya devam edecektir. Bakıma muhtaç kişilerin yanında bu durumdan direkt olarak etkilenen (maddi, sosyal, psikolojik) evde bakım sorumluluğunu üstlenen aile fertleri veya yakınları da bakım süresini mümkün olduğunca az zararla atlatabilmeleri için sosyal güvenlik kapsamına alınmalıdır (9).
Evde bakım modeline önem verilmelidir. Sosyal bakım hizmetlerinin öncelikle kişiyi sosyal ve fiziksel çevresinden ayırmadan evde bakım hizmet modeli ile sunulmasına itina gösterilmelidir: Sosyal bakım hizmetlerine ihtiyacı olan kişinin, sosyal çevresine her zamankinden daha fazla ihtiyacının olduğu kabul edilmelidir. Evde bakım hizmet modelinde kişinin ev ortamında ve ailesi ile birlikte yaşamını sürdürmesi mümkün olacağından, hizmetlerin sunumunda hem kolaylık, hem de bakım maliyetlerini düşürecektir. Ayrıca ülkemizde bakım veren ve yaşlıların gereksinimlerini karşılamada destekleyici nitelikteki ara kurumların (gündüz evleri, toplum ruh sağlığı merkezleri, yaşlı dayanışma merkezleri vb) açılması oldukça önemlidir. Gerek evde bakım hizmetlerinde gerekse gündüz bakım ve yaşlı dayanışma merkezlerinde farklı disiplinlerden uzman kişilerin yer aldığı ekip içinde çalışan ev ekonomistleri; aile üyelerinin bu dönemde yaşadıkları sorunları dikkate alarak aile bütünlüğünün korunması ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacıyla ev ve aile yaşamına ilişkin ihtiyaç duyulan konularda yaşlı ve ailesini bilgilendirmekte, desteklemekte ve sorunlara ilişkin çözüm yollarını arayarak önemli bir katkı ve hizmeti sağlamaktadır.
Kuşaklararası bağlar psikolojik ve sosyolojik açıdan derinlemesine incelenmelidir. Bu konular eğitim kurumlarında ilgili derslerde öğrencilere detaylı olarak açıklanmalıdır.
Doç. Dr. Oya HAZER
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Aile ve Tüketici Bilimleri Bölümü
Kaynakça
1. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Ankara. 2005. ( "http://kütüphane_die.gov.tr/Dieyayınları/nüfus.html", Erişim tarihi: 01.03.2008)
2. Puska P, Kalache A..Toward a Policy for Health and Ageing. Geneva: World Health Organization. ("http://www.who.int/ageing", Erişim tarihi: 02.04.2008).
3. Onur, B. Gelişim Psikolojisi. Yetişkinlik-Yaşlılık-Ölüm 7. Baskı. İmge Dağıtım, Ankara, 2006.
4. Kutsal, Y. Yaşlanan Dünya. Türkiye Fizilsel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi 2006;52(Özel Ek A):A6-A11
5. Zarit, S., Zarit, J.M. Mental Disorders in Older Adults: Fundamentals of Assessment and Treatment. The Guilford Pres, New York 2007.
6. Dönümcü, Ş. Yaşlı ve Sosyal Hizmetler. Türkiye Fizilsel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi 2006; 52(Özel Ek A):A42-A46
7. Seyyar, A. Dünyada Ve Türkiye’de Yaşlılığa Bağlı Bakım Sorununa Karşı Güvence Sistemleri. ÖZ-VERİ Dergisi 2005; 2 (1):377- 503
8. Güven, S., Hazer, O. Kentsel Yaşamda Yaşlı ve Aile İlişkileri. In: V. Kalınkara ve A.F. Ersoy (Ed):Yaşlılık ve Kentsel Yaşam Sempozyumu. Ankara, 1997.
9. Tufan, İ. Modernleşen Türkiyede Yaşlılık ve Yaşlanmak. Yaşlanmanın Sosyolojisi. Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2003.
10. Aneshensel, C.S., Pearlin, L.I., Mullan, J.T., Zarit, S.H., Whitlatch, C.J. Profiles in Caregiving. Academic pres, California 1995.
11. Growing Old in a Changing Society. (A Report on Home Care. Brussels, The King Baudovin Foundation’dan alınmıştır) 1995 s: 9–12
12. Growing Old at Home in Belgium. (A Report on Home Care. Brussels, The King Baudovin Foundation’dan alınmıştır) 1995a s:27–36.
13. Home Care in Australia. (A Report on Home Care. Brussels, The King Baudovin Foundation’dan alınmıştır) 1995b s:19–26.
14. Home Care in Canada. (A Report on Home Care. Brussels, The King Baudovin Foundation’dan alınmıştır) 1995c s 37–48.
15. Walker, A. The Relationship Between the Family and the State in the Care of Older People. Canadian Journal on Aging 1991;10(2):94–112.
16. Chan, T.S.F., Lam, L.C.W., Chiu, H.F.K. Validation of the Chinese Version of the Zarit Burden Interview. Hong Kong. J. Psychiatry 2005;15: 9–13
17. Gottlieb, B.H. Social Support and Family Care of the Elderly. Canadian Journal of Aging. 1991;10(4):359–375.
18. Baran, A. Yaşlılığın Sosyal Boyutu. ("http://www.yaslibakicisi.net/yaslibakimi-10032-Yasliligin-Sosyal-Boyutu.html" erişim tarihi 05.01.2009)
19. Terzioğlu G., Güven, S., Hazer, O., Öztop, H., Şener, A. Yaşlılıkta Sosyal ve Ekonomik Yaşam. H.Ü. Geriatrik Bilimler Araştırma Merkezi Yaşlılık Gerçeği, Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Basım evi, Ankara 2004 s:115–130
20. Szinovacz; M.E., Davey, A. Retirement Effects on Parent-Adult Child Contacts. The Gerentologist 2001; 41(2):191–200
21. Aile Eğitimi Paneli. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. 10 Mayıs. Ankara 1991.
22. Akçal, N., Taşçı, S. 65 Yaşüstü Bireylere Bakım Verenlerin Yaşadıkları Sorunların Belirlenmesi. Saglık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2005;14(ek sayı: hemşirelik özel sayısı):30-36.
23. Altun I. Hasta Yakınlarının Bakım Verme Rolünde Zorlanma Durumları. 1. Ulusal Evde Bakım Kongresi Bildiri Kitabı, İstanbul, 1998 s:71–78.
24. Özgen, G. Yaslı Olgularda Bakım Sorunları Ve Bakım Verenlerın Durumu. Demans Dizisi 2000;2:77-80
25. Erdil, F., Çelik, S., Bağbuğa; M. Yaşlılık ve Hemşirelik Hizmetleri H.Ü. Geriatrik Bilimler Araştırma Merkezi Yaşlılık Gerçeği, Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Basım evi, Ankara 2004 s:57-78
26. Onat, Ü. Yaşlanma ve Sosyal Hizmet Yaşlılk Gerçeği. H.Ü. Geriatrik Bilimler Araştırma Merkezi Yaşlılık Gerçeği, Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Basım evi, Ankara 2004 s:131–144
27. Gaugler, J.E., Shannon E. J., Zarit, S.H., Parris-Stephens, M.A., Townsend, A., Greene, R. Respite for Dementia Caregivers: The Effects of Adult Day Service Use on Caregiving Hours and Care Demands. International Psychogeriatrics. 2003;15 (1):37–58
28. Danış Z.M.) Yaşlıların Evde Bakım Gereksinimleri ve Evde Bakıma İlişkin Düşünceleri Başarılı Yaşlanma ve Bakım Modelleri. Sistem Ofset, Ankara 2004.
YAŞLANMA VE TOPLUMSAL DUYARLILIKYAŞLANMA VE TOPLUMSAL DUYARLILIK
Yaşlanma her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, süregelen ve evrensel bir süreç olarak tanımlanabilir. Organizmanın molekül, hücre, doku, organ ve sistemler düzeyinde, zamanın ilerlemesi ile ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan yapısal ve fonksiyonel değişikliklerin tümü yaşlılık kavramı ile ortaya çıkan değişikliklerdir.
Yaşlılardaki değişiklikleri anlayabilmek için yaşlanmanın normal seyrini öğrenmek gerekmektedir. Genetik özellikler, yaşam tarzı, hastalıklar ve kişilerin fizyolojik başa çıkma yollarındaki değişiklikler biyolojik yaşlanmanın farklı bireylerde farklı hızlarda olmasına sebep olmaktadır. Yaşlı diye tabir edilen kıdemli bireylerimiz daha sık hastalanmakta, daha fazla kronik hastalık veya sorun ile yaşamak zorunda kalmakta, çoğu kez birkaç sağlık problemini bir arada göğüslemeye çalışmakta, bütün bunların sonucunda da sağlık merkezlerine daha fazla başvurmakta ve daha uzun süre hastanede yatırılmaktadırlar. Bu durum yaşlanma ile sağlık ve kişisel bakım konusunda kıdemli bireylerimizin daha dikkatli ve özenli davranmalarını gerektirirken, kurum ve kuruluşlarında yaşlılıkta sağlıkla ilgili olarak özel çalışmalar geliştirmesi gerekmektedir.
Yaşlılık doğal bir süreç olarak ortaya çıkmasına rağmen zamanında gerekli önlemler alınmadığı takdirde kişinin yaşam kalitesini düşüren bazı faktörleri de beraberinde getirmektedir. Gerek kurumsal gerekse de kişisel bazda alınacak olan bu önlemler kişinin yaşam kalitesini daima yüksek oranlarda tutacaktır. Bu önlemlerin alınabilmesi için öncelikle sorunların tespit edilmesi gerekmektedir.
YAŞLANMA İLE İLGİLİ SORUNLAR
Toplumumuz herkesin bir gün yaşlanacağı gerçeğinden uzak, “olumsuz” bir “yaşlılık” söylemi içerisindedir. Bu olumsuz söyleme göre ileri yaştaki bireyler, artık sadece pasif bir nüfus olarak görülmekte, ileri yaşta olmak bir kusur, özür, yetersizlik olarak kodlanmakta ve yaşlılar toplumsal yaşamdan dışlanmaktadırlar.
Kadın ve erkeklerin toplumsal yaşam kimlikleri yaşlılık söylemindeki konumlandırılışlarını da etkilemektedir. Erkekler, yaşlanmayla beraber, statü ve aktifliklerinden daha fazla kayıp vermelerinden dolayı yaşlanmayı daha zor kabul etmektedirler.
Birçok farklı kültürdeki yaygın söylem cinselliği ileri yaştakiler için uygun görmemekte ve ayıplamaktadır. Cinsellikle ilgili sorunlar (menopoz-andropoz ve diğer cinsel hastalıklar) tartışılamamakta ve ileri yaştaki bireylerimiz tıbbi yardım almakta çekimser kalmaktadırlar. Bu durumda toplumsal yargılar ve sahip olunan kültürel düzeyinde etkisi bulunmaktadır.
Ayrıca ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde yaşlılar için huzurevi dışında diğer yardım ile hizmet modellerine yer verilmemekte ve hali hazırda hizmet veren mevcut huzurevlerinin pek çoğu da toplumsal yaşamla bütünleşilen yerler olmaktan uzaktadır. Bunun yanı sıra huzurevlerinde ve evde bakım konusunda hizmet veren elemanlar yeterli mesleki donanıma sahip değildirler.
Merkezi ve yerel yönetimler, gerek mevzuat gerekse de fiziki düzenlemeler açısından yaşlılığa dair çözümler üretme konusunda yeterli oranda çalışmamaktadır.
Yaşlıların bilgi birikimi ve tecrübeleri toplumsal önemli bir kayıp olarak atıl durumda tutulmakta, onların yaşanmışlıklarının pasif olarak kalması toplumumuz açısından önemli bir kayıp oluşturmaktadır. Bu durum yaşlı birey açısından da toplumdan soyutlanma hissine paralel yaşam kalitesinde bir düşüş olarak ortaya çıkmaktadır.
Çözüm Önerileri
Ülkemizde dünyanın farklı ülkelerinde rastlanılan benzer eksiklikler göz önüne alınarak yaşlılık alanında sosyal hizmet ve yardımların geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi sağlanmalıdır.
Toplumda ileri yaştaki insanlara karşı ilgi ve duyarlılık arttırılarak, yaşlanma alanında politikalar geliştirilmelidir. Bu özel ilgi grubunun ihtiyaçlarını topluma yansıtılmalı, ulusal ve uluslararası platformlarda ülke ve dünya örgütleri ile işbirliği yapılmalıdır.
Yaşlılık alanında ar-ge çalışmaları yaparak, bilimsel işbirliği ile ortak bilgi bankası oluşturulmalı, ileri yaştaki bireylerimizin gelişen teknoloji ile bağlantı kopukluklarının giderilmesi için eğitim ve tanıtım çalışmaları yapılmalıdır.
Yaşlılık konusunda çalışan personel eğitilmeli ve okuma yazma bilmeyen yaşlılara bu alanda acilen hizmet götürülmesi sağlanmalıdır.
Toplum sağlığı ve özelde yaşlı sağlığı ile ilgili koruyucu önlemleri alarak, yaşlıların ihtiyaçları için üretilecek ürünler konusunda araştırma, geliştirme ve standart saptanması çalışmaları yapılmalıdır.
Uluslararası bağlamda geliştirilen sosyal politikaların ve standartların uygulanması için çalışmalar yapılmalıdır.
Özetleyecek olursak; tecrübeli bireylerimiz fiziksel ve mental olarak kötüye kullanılmamalı, toplumun sosyal, eğitsel ve kültürel kaynaklarını kullanabilmeli, yaşlı birey potansiyelini geliştirme şansına sahip olabilmeli, nerde yaşarsa yaşasın temel özgürlük ve insan haklarına sahip olmalı, hastalıklardan korunmak için sağlık hizmetlerinden rahatlıkla yararlanabilmeli, olabildiğince uzun süre kendi ortamında yaşayabilmeli, yeterli gelire sahip olmalı, güvenli bir çevrede yaşayabilmeli, kapasite ve ilgi alanına göre hizmet verebilmeli, iş gücüne katılabilmeli, bilgi ve deneyimlerini genç kuşaklara aktarabilmek için kendi ile ilgili politikaların saptanmasında aktif rol alabilmelidir.
Yaşlılıkla İlgili Bazı İstatistiksel Veriler
Antik çağda sadece 100 insandan bir tanesi 60 yaşına ulaşabiliyordu. Roma’lı bir askerin ömrü 22 yıldı. Yirminci yüzyılın başlarına kadar dünyanın hiçbir ülkesinde uzun bir yaşam için gereken koşullar sağlanamamıştı. Avrupa’da ortalama yaşam süresi 50 yıl ile sınırlı iken ölüm genellikle gençlik yıllarına rastlıyor, iyi koşullarda yaşayıp yaşlanabilenlerin sadece devlet adamları, krallar, filozoflar ve yüksek rütbeli subaylar olduğu dikkati çekiyordu.
Ortalama yaşam süreleri; 1797’de 25, 1897’de 48 yıl, 1947’de 65 yıl, 1997’de ise 76 yıl olarak bildirilmektedir.
1950-2000 yılları arasında 46’dan 66’ya çıkan ortalama yaşam süresinin 2050’de 76’ya çıkacağı tahmin edilmektedir.
2000 yılında 600 milyon olan 60 ve üstü yaş nüfusunun, 2050’de 2 milyara çıkacağı, küresel olarak 2000-2050 yılları arasında nüfus içinde 60 ve üstü yaşlardaki kişilerin oranının %10’dan %21’e yükselmesi belenirken, çocuk oranının 1/3 oranında düşeceği hesaplanmaktadır.
Gelecek 50 yılda yaşlı nüfusun dört kat artacağı ve 2050 yılında bazı gelişmiş ülkelerde yaşlı sayısının çocuk sayısının iki katı olacağı düşünülürse yaşlılık üzerinde durmanın aciliyeti daha net anlaşılmaktadır.
2025 yılına kadar gelişmiş ülke nüfuslarının %82’sinin, gelişmekte olan ülke nüfuslarının yarısından daha az bir kısmının kentsel alanlarda yaşayacağı, 2000 yılında 70 milyon kişi olan 80 ve üstü ileri yaş grubunun, 2050 yılında beş kat artacağı varsayılmaktadır.
Beklenen yaşam süresinin uzaması, 20. yüzyılda ölüm oranlarının azalmasının ve tıbbi bakımda kaydedilen gelişmelerin bir sonucudur. 1900’lerde 65 yaşına ulaşmış bir bireyin 11.9 yıl daha yaşaması beklenebilirken, 1960 yılında 65 yaşından sonra beklenen yaşam süresi 14.4 yıla, 1992’de ise 17.5 yıla ulaşmıştır.
Yaşlı nüfus oranının gittikçe arttığı gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi yaşlı ve yaşlılıkla ilgili muhtelif sorunlar memleketimizde de her gün artan bir oranla karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye nüfusu içinde 65 ve yukarı yaştakilerin oranı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre 2007’de toplam nüfusun %7,1 ine ulaşarak 5 milyon kişiyi bulmuştur. Bu rakam 60 ve yukarı yaş grubu için 7 milyon kişiye denk gelirken 55 ve üstü yaş grubu için 10 milyon kişiye kadar ulaşmaktadır. 2050 yılında Türkiye nüfusunun %17,6’sının 65 ve üzerinde olacağı da Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından hazırlanan “Ulusal Yaşlılık Eylem Planı”nında belirtilmektedir. Ayrıca sağlık ve yaşam standartlarındaki artışlar nedeni ile 2007 yılında ülkemizde ortalama yaşam beklentisi kadınlar için 74,2’ye, erkekler için 69,3’e ve ortalama 71,7 yaşa ulaşmış durumdadır.
Bu rakamlar ışığında 21. yüzyılın Türkiye’de “yaşlı yüzyılı” olacağı tartışılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzun bir süredir genç nüfusu ile övünen Türkiye hızla yaşlanmaktadır. Piramit görünümündeki nüfusumuz önce dikdörtgen sonrasında ise ters piramit halini alacaktır. Türkiye’nin unutmaması gereken bir gerçek uzun süredir övündüğümüz genç ve dinamik nüfusumuzun zaman içerisinde yaşlanacağı ve bununla ilgili alınması gereken önlemlerin büyük bir aciliyetle teşkil edilmesi gereğidir.
Ayrıca ADNKS verilerine göre 2007 yılı itibari ile 60 yaş ve üzerindeki nüfusun 2/3’ü şehirlerde yaşamaktadır. Bu yüksek şehirleşme oranı ile birlikte geleneksel aile yapısının çekirdek aile yapısına dönüşmesi ve kadının iş hayatına girmesi ile yaşlı bakımı ile barınma konuları daha çok gündeme gelmektedir. Kentleşme oranındaki artış ve yaşlı nüfusun genel nüfus içindeki payının artışı ülkemizi acil önlemler almaya iten bir yapılanma oluşturmaya zorunlu kılmaktadır.
Bunun yanı sıra yaşlı nüfusumuzun yarısını yalnız yaşayanlar oluşturmakta olup büyük çoğunluğu (%56,5) ihtiyaçlarını kendileri karşılarken %41’ine çocukları veya yakın akrabaları bakmaktadır. Şehirleşmeye paralel oluşan kadınların da çalışma hayatına girmeleri ile yaşlı nüfus kaderlerine terk edilmiş bir durumda gözükmektedir. Yaşlılara yönelik götürülmesi gereken hizmetlerde, nitelik ve nicelik açısından da bir artışın zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir. Lakin şu anda Türkiye’deki mevcut hizmet yapısı bu önemli soruna çözüm oluşturacak yapıda değildir. Bu yapıyı günün koşullarına uygun hale getirmek için kapsamlı bir hizmet planlamasına ivedilikle ihtiyaç duyulmaktadır.
Vakıf, dernek, özel teşebbüs, yerel yönetimler ve devlet gibi niteliği birbirinden farklı yapılanmalar, birbirinden habersiz ve bağımsız olarak hizmet sunma amacıyla çalışmalarını sürdürmektedirler. Toplam 243 huzurevinde 19.727 yatak kapasitesi mevcut olup kaba bir hesap ile 60 ve üzeri 340 kişiye bir huzurevi yatağı düşmektedir. Bu azımsanmayacak bir rakam olmakla birlikte, mevcut huzurevleri gereksinimleri karşılamaktan halen çok uzaktadırlar. Hizmetlerin genellikle kurumsal bakım şeklinde gerçekleşmesine rağmen yapılan çalışmalar yaşlıların huzurevlerinde kalmak istemediklerini, huzurevinde kalanların yaşam süre ve kalitelerinin azaldığını, üstelik kurum bakımının maliyetinin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Bu tablo göz önüne alındığında unutulmaması gereken önemli bir konu da, bütün bu yaşlılık alanına götürülecek tek hizmetin kurumsal bakım olmadığıdır. Evde Bakım, Gündüzlü Bakım, Sağlık Hizmetleri, Aktif Yaşam Hizmetleri gibi farklı alanlarda da götürülmesi gereken hizmetler hususunda da büyük bir eksiklik bulunmaktadır.
Bugün dünya, sayıları epidemi halinde artan yaşlı nüfusa kim, nerede ve nasıl bakacak sorularının yanıtlarını aramaktadır. Ülkemizde bu sorulara verilecek kanıt temelli yanıtlar ulusal yaşlılık politikalarının yeniden yapılandırılması veya geliştirilmesinde yol gösterici olacaktır. Ancak bu sorular yanıtlanırken, yaşlılık sağlık ve sosyal boyutları içerecek bir bütünlük içinde ele alınmalıdır.
DPT Ulusal Yaşlılık Eylem Planı
Toplumsal ve kişisel bilinçlenmenin oluşması yarınların yaşlılığı için önemli bir adım olacaktır. Bu bilinçlenmenin sağlanmasında tabii ki en büyük rol kişilerin kendisine düşmektedir. Lakin şahısların bilinçlenme ve aktif bir yaşlılık yaşamaya dair yapacağı bilinçlenmeyi yerel ve merkezi yönetimlerinde yapacakları ulusal planlarla desteklemeleri gerekmektedir. Ülkemizde de TC. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatının İlgili Kurum ve Kuruluşların eşgüdü ile hazırladığı Ulusal Yaşlılık Eylem Planı Türkiye’nin ilerleyen zamanlardaki yaşlılık politikasını özetlemektedir.
Bu plan özetle genç nüfusuyla övünen Türkiye’nin, artık yaşlılık hazırlıklarına başlaması gerektiğini belirtiyor. Ülkemizde hazırlanan ilk "Ulusal Yaşlılık Eylem Planı", 2050'de Türkiye nüfusunun %17,6'sının 65 yaş ve üzerinde olacağını belirtiyor. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından oluşturulan plana göre Türkiye'de 2050 yılında 65 yaş ve üzerinde 16 milyon 982 bin kişi hayatına devam ediyor olacak. Planda, yaşlılar sendikası türü oluşumların kurulması, siyasi partiler ve yerel yönetimlerde yaşlılar kolu oluşturulması gerektiği belirtiliyor. Yaşlıların istihdam edilmesinin teşvik edilmesini de öngören plan, Alzheimer hastalığı, yaşlı depresyonu ve benzer sorunların erken tanı olanaklarının artırılması için etkili stratejiler geliştirilmesini de içeriyor.
Birleşmiş Milletler tarafından 2002 yılında Madrid'de düzenlenen 2. Dünya Yaşlılık Asamblesi kapsamında dünya çapında bir "Yaşlanma Uluslararası Eylem Planı" oluşturulmuştu. Türkiye de bu tarihten sonra, DPT koordinasyonunda "Yaşlanma Ulusal Eylem Planı" hazırlanması için çalışmalara başladı ve interdisipliner bir yapıda oluşturulan heyetin önemli çalışmaları neticesinde noktalandı.
"Türkiye'de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı"na göre, dünyada 65 yaş ve üzeri yaşlarda olan nüfus 2004 itibariyle yüzde 10 civarındayken 2050'de bu oran %16'yı aşacak. Yapılan hesaplamalar, 21. yüzyılın Türkiye'de de "yaşlı yüzyılı" olacağını vurguluyor. Buna göre, 2050'de Türkiye nüfusu 96 milyon 498 bin kişi olacak. 2000 itibariyle nüfusun %5,4'lük bölümünü oluşturan 65 yaş ve üzeri nüfus, 2025'te %9'a, 2050'de ise %17,6'lık orana ulaşacak. Ayrıca 2000 verilerine göre 5 milyon 405 bin civarında olan 65 yaş ve üzeri nüfus, 2025'te 7 milyon 920 bine, 2050'de de 16 milyon 982 bin kişiye yükselecek. Buna karşın 0-14 yaş grubunun nüfustaki ağırlığında ciddi bir gerileme olacak. 2000'de nüfusun %30'unu temsil eden 0-14 yaş grubu, 2025'te %22,1'e, 2038'de %19,5'e, 2050'de de %17,7'ye gerileyecek.
Plana göre önümüzdeki dönemde sosyal dışlanmayla mücadele etmek için, yaşlılar sendikası ve benzeri örgütlenme çabaları desteklenecek. Ana hedef “tüm siyasi partilerin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin, üniversiteler ve diğer eğitim kurumlarının bünyelerinde söz ve karar hakkını temsil eden yaşlılar kollarını kurulması”dır.
Plan kapsamında yaşlıların "istedikleri ve yapabildikleri" sürece iş yaşamında olmaları sağlanacak ve işe alınmaları teşvik edilecek. Yaşlıların kendi işlerini kurma girişimleri de desteklenecek. Yaşlılara okuma yazma, bilgilendirme ve teknolojik beceri eğitimi olanakları sağlanacak ve bu alandaki çalışmalar geliştirilecek. Yaşlı kadınlar öncelikli olmak üzere, bütün bireylerin yeni teknolojilerden, özellikle de bilgilendirme ve iletişim alanındaki hizmetlerden yararlanması sağlanacak.
Yaşlılarda sık görülen hastalıklar olan Alzheimer, hipertansiyon, kalp yetmezliği, demans, düşmeler, kırıklar, osteoporoz ve kanserin yanı sıra, HIV/AIDS konusunda eğitimler verilecek. İlaç kullanımı ile ilgili eğitici çalışmalar yapılacak, ayrıca Alzheimer, yaşlı depresyonu ve benzeri sorunların erken tanı olanaklarının artırılması için çalışmalar yapılacak. Hazır yemek yardımlarında da yaşlılara uygun diyet yemekler verilecek.
Şu anda yaklaşık 1.5 milyon civarında yaşlı yoksul bulunuyor. Önümüzdeki dönemde nüfusun yaşlanma hızına paralel olarak yaşlı yoksullarında artacağı öngörülüyor. Bu bağlamda, hedefleyen politika ve programlara yaşlılar da eklenecek, ayrıca yaşlıların kredi, piyasa, mülkiyet ve gelir getiren iş olanaklarına erişimi kolaylaştırılacak. Özel ve ek emeklilik maaşlarıyla ilgili düzenleyici bir çerçeve program oluşturulup, enflasyonun etkilerine karşı emeklilik maaşlarıyla ilgili gerekli önlemler alınacak.
Ulusal Yaşlılık Eylem Planına göre:
NE OLACAK;
*Bugün dünya nüfusunun %10’u 65 ve daha yukarı yaşlarda.
*2050’de ise bu oran %16’nın üzerine çıkacak.
*2050’de Türkiye’nin nüfusu 96 milyon 498 bin kişi olacak.
*65 yaş ve üzeri nüfus ise 16 milyon 982 bin kişiye ulaşacak.
*65 yaş ve üzeri nüfusun toplam nüfustaki payı %17,6 olacak.
*2000’de %8,2 olan 60 yaş ve üzeri nüfusun payı, 2050 ‘de %23,2 olacak
*Aynı dönemde 0-14 yaş arası nüfusun payı ise %17,7’yle sınırlı kalacak.
NELER YAPILACAK;
*Yaşlılar sendikası ve benzeri örgütlenme çabaları desteklenecek.
*Yaşlıların işe alınması teşvik edilecek.
*Yaşlılara sosyal koruma, sosyal güvenlik ile ilgili danışmanlık hizmeti verilecek.
*Emeklilik sonrasında çalışmanın olumsuz yönlerinin ortadan kaldırılması için çalışılacak.
*Kadınların öncelikli olarak yeni teknolojilerden yararlanmaları sağlanacak.
*Alzheimer hastalığı ve yaşlı depresyonu gibi sorunların erken tanı olanakları arttırılacak.
*Emekli maaşı ve özürlülük sigortası yaşam standartları göz önüne alınarak yapılacak.
Yaşlılık ve Toplumsal İletişim
Günümüz zamanın çok hızlı aktığı, insanların yeniliklere, gelişmelere yetişmekte zorlandığı bir çağ. Gün geçmiyor ki teknolojide, sanatta, bilimde,… yeni bir buluş yeni bir bakış açısı gelişmesin. Bu hızlı ilerleme teknoloji ve yaşam standartları açısından büyük avantajlar sağlarken, kuşaklararasındaki mesafeyi de büyük oranda açmaktadır. Bu durum çağın insanları ile önceki kuşaklararasında büyük iletişim sorunlarının yaşanmasını gündeme getirmiştir.
Her kuşak kendi birikim ve kültürü doğrultusunda kendi küçük toplumsal grubunu oluşturmuş ve toplumsal iletişim alanını o kuşak bağlamında sınırlandırmıştır. Bu ayrışma gençler içinde yaşlılar içinde farklılık göstermemektedir. Kuşaklararasındaki mevcut durum ‘gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse’ söylemini faaliyette de görünür kılmaktadır. Gençler yaşlıların tecrübe ve bilgi birikiminden habersiz, yaşlılar ise gençlerin enerjik yapısı ve teknolojik yatkınlıklarından eksik olarak yaşamaktadırlar. Toplum bir bütün olarak değil parça parça yaşamını sürdürmeye zorlanmaktadır. Nesiller arası iletişimin sağlıklı bir şekilde yürütüldüğü, kuşakların kaynaşıp birbirini dinleyip anladığı toplumsal bütünlük, yerini kimsenin birbirine kulak kabartmadığı, herkesin kendi dar kişisel alanına mahkûm olduğu toplumsal bir bölünmüşlüğe bırakmıştır.
Geçen her gün bu kuşaklar arasındaki iletişim bozukluğundan ötürü, genç ve yaşlı nüfus arasındaki mesafeyi biraz daha açmaktadır. Genç kuşak bu toplumsal iletişim bozukluğundan şikâyet etmeyip kayıplarının farkında olmadan hayatını sürdürürken, ileri yaşlı kuşak yeniliklere ayak uyduramayıp oluşan büyük kent hayatından koparak dar yaşam alanlarına sığınmaktadır. Yaşlılar oluşan bu yalnızlık sonucu depresif bir yapıya bürünmektedirler. Bu toplumsal iletişim bozukluğu yaşlı insanlarımızın fiziksel olarak yaşadıkları zorluklarla da bir araya gelince onları büyük bir yalnızlığa itmektedir. Yalnızlıkta, beraberinde yaşlı bireylerimizin yaşama sevincini yitirmelerine yol açmaktadır.
Yaşlılıkta kişi iletişim kurmada bazı toplumsal zorluklarla karşılaştığı gibi, fiziksel yönden de bazı gerilemeler yaşamakta, bu gerilemelerde ileri yaşlı bireylerin sağlıklı iletişim kurmalarına ket vurmaktadır.
Sağlık, yaşamımızın tamamında getirilerinden yararlanmak üzere korunması ve bakılması gereken bir olgudur. Sağlıklı olmak yaşlılarda bireyin yaşam kalitesini sürdürmesini ve onların topluma katkısını devam ettirir. Topluma katkısı devam eden bir yaşlı da kaideler dışında yaşama sevincini canlı tutmaktadır. Yaşlanma süreci çevresel etkiler, yaşam biçimi ve hastalıklardan etkilenir. Buna göre, yaşlanma, ilerleyici ve yaşa bağlı olarak gelişen hastalık risklerine karşı koyamama ile oluşan işlev yetersizliği olarak tanımlanabilmektedir.
Dil ve konuşma ile iletişim kurabilme yetisi her yaştan insan için çok önemli bir özelliktir ve hasarlanması durumunda bireyin tüm hayatı etkilenebilir. Bireyin dış dünya ile iletişim kurmasını sağlayan ses ve işitme organlarında yaşlandıkça gerileme görülmektedir. Bu gerileme ileri yaştaki insanlarımızın toplumsal bütünleşme ile ilgili sorunlar yaşamaları sonucunu doğurmaktadır.
İşitme; sözel iletişimin oluşma, gelişme ve kullanımında en önemli unsurdur. Yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan işitme kayıpları, kişiyi sadece organik yönden değil psikososyal yönden de etkilenmektedir. İşitme dış dünya ile bağlantı ve yaşam desteği sağlamada son derece önemli bir araçtır. Bu yetinin kaybedilmesi bireyin sağlıklı iletişim kurmasına ket vurmaktadır. Bu engelde kişileri anlayıp, anlatamamaya mahrum ettiği için yalnızlığa itmektedir.
İletişimin diğer önemli unsurlarından birisi olan ses de, kişinin içi dünyasını dışarıya yansıtan en önemli vasıtalardandır. Konuşma ve lisan ise sesi anlamlı kılan iletişim öğeleridir. Ancak, yaşlanma ile bütün bu iletişim öğelerine gölge düşmekte ve iletişimde bir takım bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Yaşlılar eskisi gibi konuşamamaktan yakınmaktadırlar ve bu durumda yaşlılarımızın toplumsal iletişim yönünden sorunlar yaşamalarına sebep olmaktadır. Bildiğini, düşündüğünü anlatamamak, bir süre sonra dinlenmemeyi, dinlenmemekte bir süre sonra dinlemeyi de bırakmak anlamına gelmektedir. Bu durum iletişimin tek yönlü olarak uzun süre sürdürülemeyeceğinin bir kanıtıdır. Tek yönlü ilerleyen bir iletişim ise sonunda kişiyi yalnızlığa sürükleyen bir süreçten öteye gidemez.
Konuyu iletişim yönünden ele aldığımızda bir de bireylerin içe yöneldiği kendiyle hesaplaştığı içsel iletişim ele alınmalıdır. Yaşlandığını hisseden, çok sevdiği, çok güvendiği, gençlik ve dünya zevklerinin ona veda etmeye hazırlandığını düşünen bir yaşlı için ümit ve teselli gerekmektedir. Diğer taraftan yaşlılığın getirdiği sorunlar, hastalıklar, yalnızlık duygusu, yetersizlik-güçsüzlük hisleri, diğer taraftan gençliğin ve güzel günlerin özlemi ile ölüme yaklaşmanın bilincinde olma ikilemi, ileri yaştaki insanı mutsuzluğa sürükleyebilmektedir. Bireyin kişisel hesaplaşmasında yaşadığı duygu yoğunluğu onun kendiyle kurduğu iletişime çok zaman ayırmasına sebep olduğundan, kişi dış dünya ile olan bağlantısını koparır, içine kapanık, karamsar bir yapıya bürünür.
Yaşlı bireylerin gerek kendileriyle, gerek yakın çevreleriyle gerekse de toplumla iyi iletişim içerisinde olmasını sağlamak için ileri yaş grubunun zamanlarını iyi değerlendirebilecekleri çeşitli olanaklar hazırlanmalı ve bu yolla toplumun onlara her zaman gereksinim duyabileceği hissettirilmelidir.
Sonuç olarak, yaşam her döneminde kendine özgü özellikleri ile değerlendirilmelidir. Doğumdan itibaren, bireylerin gereksinmeleri göz önünde bulundurularak, her yaş dönemi için sosyal yönden verilecek hizmetler ayrı ayrı belirlenmeli ve kişilerin bilinçlenmesi, bu hizmetlerden yararlanır hale gelmeleri sağlanmalıdır. Bu hizmetler ve bilinçlenme ile ileri yaşlarda da bireyler toplumdan soyutlanmadan mutlu bir yaşam sürdürebileceklerdir.
İleri yaşlı bireylerimizin aktif ve huzurlu bir yaşam sürdürebilmeleri için iki taraflı bir bilinçlenme sürecinin gerçekleşmesi bir zorunluluktur. Bu bilinçlenmenin ilk tarafı yaşlıların yaşlanma süreci ile ilgili bilinçlenmeleri, süreç öncesi ve esnasında bilgilendirilerek gerek sağlık yönünden, gerekse de psikososyal yönden karşılaşmaları muhtemel zorlukların önüne geçilmesidir. İkinci tarafı ise, genç ve orta yaşlı kuşakların yaşlılıkla ilgili bilgilendirilerek bilinçlenmesinin sağlanmasıdır. Tüm insanlara onların da bir gün yaşlanacakları ve bugünlerin mimarlarının yaşlılar olduğunun bilincini vermek onların yaşlılarla kuracakları iletişimde duyarlı bir hale getirecektir. Bu duyarlılık yaşlılarımızı topluma kazandırarak onların aktif ve yaşama sevincini kaybetmeden hayatlarını sürdürmelerini sağlarken, diğer yönden de yeni kuşakların yaşlıların bilgi ve deneyimlerinden faydalanmalarını sağlayacaktır. Kuşakların birbiri ile iletişim kurarak, birbirinden destek aldığı bir yapıda, toplumsal iletişimin başarısı bugünler ve yarınlar için yaşlıların önünü açacaktır. Hem gençlik hem de yaşlılık dönemleri içinse gençlerin önünü aydınlatacak bir unsur olarak son derece önemi bir gereksinimi karşılayacaktır.
Kuşaklararasında oluşturulacak sağlam iletişim bağları ile toplumsal bütünleşme sağlanacak ve empati yolu ile anlayışlı ve olgun bir toplumun oluşturulması sağlanacaktır. Kuşakların birbirine empati yolu ile yaklaştığı bir toplum sağlıklı bir toplum olarak nitelendirilebilir. Sağlıklı bir toplum bir vücut olarak nitelendirirsek bu vücudu oluşturan her bir bireyde hücreleri temsil eder ve sağlıklı bir vücut için sağlıklı hücreler ve dokular zorunluluktur. Bu durumda sosyal yönden olgunlaşan toplum, bireylerin psikolojik ve biyolojik olarak da olgunlaşması ile sağlam bir zemine oturtacaktır. Sağlam zemine oturmak için sağlıklı bir ruh ve sağlıklı bir beden gerekmektedir.
Sağlıklı bir toplumun temel taşı sağlıklı yaşlılık için altın öneriler…
İnsanlar 65`ini geçince genelde hayata küser ve yaşamın bittiğini düşünür. Oysa yaşlılık ağrı ve sızılarla dolu hastalıklı bir dönem değil. Bu yaştan sonra da sağlıklı, dinç ve uzun yaşamak sizin elinizde bilim insanları tarafından yapılan araştırmalar uzun yaşamın sırlarının biraz da genlerde gizli olduğunu belirtmekle birlikte, uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmenin önemli bir kısmının kişinin kendi elinde olduğunu göstermektedir.
Araştırmalar neticesinde birçok kronik ve yaşlılığa bağlı olarak gelişen hastalıklara rağmen 65 yaş ve üzerinde de sağlıklı ve aktif bir şekilde hayatını devam ettirebilmek için çeşitli yöntemler de mevcut. İşte uzun, sağlıklı ve aktif bir yaşamı sağlayabilecek ipuçları:
Kilo verin: Şu an ideal kilonuzdaysanız öyle kalın. Çünkü ekstra kilolar kalbinizi ve hayati önem taşıyan organlarınızı tehlikeye sokar; şeker, kanser ve hayatı kısaltabilecek başka hastalıklara yol açabilir. Bunun için alınan kalori miktarının düşürülmesi gerekiyor.
Yeni şeyler öğrenin: Satranç, yeni bir dil ya da fotoğrafçılık öğrenin. Çünkü uzmanlara göre yeni şeyler öğrenmek beynin iyi çalışmasını sağlıyor. Yeni bilgi ve beceri kazananların beyninde yeni hücre oluşumları gerçekleşiyor. Bu biyolojik etkinin yanı sıra yeni bir şey üretmenin hayali ürettikten sonrada yaşanılan gurur kişinin hem hayatına yönelik bakışında hem de toplum içerisinde kendini yerleştirdiği statüde önemli bir gelişmeye sebep oluyor. Kişi aktif, üretken ve fayda bazlı bir yaşam bilinci içerisinde hayata daha sıkı bağlarla tutunuyor.
Form tutun: Düzenli egzersiz kalp, kolon kanseri, şeker, hatta Alzheimer gibi hastalıklara karşı koruyor. Haftanın en az 5 günü, 30`ar dakikalık hafif yoğun fiziksel egzersiz yapılması tavsiye ediliyor. Yürüyüş, yüzme, dans, bahçe ve ev işleri bile form tutmada geçerli yöntemler. Form tutmak için illa ki spor salonlarına daimi fizik tedavi uzmanlarına gerek yok, uzmanların tavsiyeleri doğrultusunda oluşturacağınız ve kendi fiziksel durumunuza uygun planlayacağınız aktif ve üretken bir yaşamda form tutmanızı sağlayarak yaşam kalitenizi yükseltecektir.
Sigara yasak: Sigara içiyorsanız bile uzmanlar bu kötü alışkanlığın derhal bırakılmasını tavsiye ediyor. Çünkü sadece Amerika Birleşik Devletlerin`de her yıl tütün mamulleri kullanımından kaynaklanan 400 bin ölümün gerçekleştiği belirtiliyor. Sağlıklı bir beden sağlıklı bir ruhun ve dolayısı ile kaliteli bir yaşamın vazgeçilmez bir unsurunu oluşturmaktadır.
Sosyalleşin: Partilere ve arkadaş toplantılarına gidin, bir kulübe katılın ya da pikniğe çıkın. Araştırmalar, yeni dostluklar kuran, arkadaş ve aile çevresiyle ilişkilerini iyi tutanların daha sağlıklı olduğunu ve hastalıklardan da daha kolay kurtulduğunu gösteriyor. Sosyalleşin, sorunlarınızı paylaşarak azaltın, mutluluklarınızı paylaşarak arttırın. Nefes almanın yaşamak, yaşamanın da öğrenmeye devam etmek olduğunun bilinciyle öğrenerek, öğreterek sosyalleşin.
Stresi azaltın: Yürüyüşe çıkın ya da arkadaşlarınızla yemek yiyin. Uzmanlar, günlük rutinlerine, stresle başa çıkacak faaliyetler ekleyebilenlerin sağlıklarının güçleneceğini söylüyor. Stres ise kronik hastalıklara yol açıp hayatı kısaltma riski yaratıyor. Stresle başa çıkabilmek için hoşlandığınız faaliyetlere zaman ayırın, ruhunuzun dileklerine toplumsal baskılara verdiğiniz önemden daha fazla kulak verin.
Bu durum içinde pozitif olun. Araştırmalara göre, 100 yaşına kadar yaşayabilenlerin çoğunun, hayatın güçlüklerine karşı olumlu bir yapısı var. Yıllar içinde ölüm ya da boşanma gibi acılara karşı durabilecek başa çıkma mekanizmaları gelişebiliyor. Gülümsemek, dünün üzüntülerini ve yarının kaygılarını bırakarak bugüne odaklanmak yaşamı kaçırmamanızı ve hayatınızın kalitesini yükseltmenizi sağlıyor.
Sağlıklı beslenin: Her gün meyve ve sebze yemek, hücrelerde meydana gelen yaşla bağlantılı tahribatı önlemede etkili oluyor. Çünkü bu besinlerin içinde kanser ve kalp gibi hastalıklara karşı koruyabilen maddeler bulunuyor.
İyi uyku şart: Yeni araştırma, uyku eksikliğinin hafıza bozukluklarına, depresyona yol açtığını ve bağışıklık sistemini olumsuz etkilediğini ortaya koydu. Bilim adamları, uyku eksikliğinin, yaşlanma sürecinin doğal bir parçası olmadığını düşünüyor.
Düzenli check-up yaptırın: Kendinize iyi bir doktor bulun ve sağlıklı bir yaşamı öncelik haline getirin. Şeker, yüksek tansiyon, kalp ve diğer hastalıklar erken teşhis edildiğinde tedavi edilebiliyor hatta önlenebiliyor.
Yaşlılık yıpranma, eskime, tedavülden kaldırılma değildir, yaşlılık tecrübe alma, madenken işlenip cevher durumuna gelmedir. Bizler bu cevherleri atıl durumda bırakacak kadar savurgan toplumlar olmayalım, sahip çıkalım, dinleyelim ve hem kendimiz hem de toplumumuzun geleceği açısından faydalanalım. Bakın çoğumuzun elden ayaktan düşmek diye tabir ettiği yaşlarda kimler neler yapmış ve bu örnekler sadece aysbergin görünen kısmı;
*Pasteur, 60 yaşında kuduz aşısını buldu.
*Bismark, 70 yaşında Alman birliğini sağladı.
*Mimar Sinan, 70 yaşında Süleymaniye 86 yaşında Selimiye Cami’ni yaptı.
*Michelangelo, en iyi eserlerini 70 ile 87 yaşları arasında yaptı.
*Galilei, 73 yaşında Ayın hareketlerini buldu.
*Kant, Antropoloji kitabını 74 yaşında yazdı.
*Verdi, Otelloyu 75 yaşında besteledi.
*Goethe, Faust’u 82 yaşında tamamladı.
*Ressam Titian, Leponto Savaşı adlı ünlü resmini 98 yaşında yaptı.
“İnsan kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesince yaşlıdır. Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesince yaşlıdır. Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesince yaşlıdır…”
“Hiç kimse yalnız birkaç yıl yaşamakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesidir. Seneler cildi buruşturabilir, fakat heyecanların feda edilmesi ruhu buruşturur.” -Samuel Ulman, Gençliğin Felsefesi
Ali Necati DOĞAN
İletişim Uzmanı
Kaynakça
1. Gökçe Kutsal Y.; Neden Geriatri. Geriatri 2000 Sempozyum Kitabı, ATO Yayınları, 2000.
2. Akın, Galip; Her Yönüyle Yaşlılık, Palme Yayıncılık, 2006.
3. Danış, Zafer; Yaşama Derinden Bir Kucak, Türk Geriatri Vakfı Yayınları, 2005.
4. Arpacı, Fatma; Farklı Boyutlarıyla Yaşlılık, Türkiye İşçi Emeklileri Derneği Egitim ve Kültür Yayınları, 2005.
5. Başarılı ve Üretken Yaşlanma İçin Önce Sağlık, Geriatri Derneği Yayınları, 2006.
6. Sağlıklı Yaşlanma, Geriatri Derneği Yayınları, 2003.
7. Yaşam Kalitesi Rehberi, Geriatri Derneği Yayınları, 2003.
8. United Nations, Population Division, Dept of Economic and Social Affairs, Ageing: "http://www.who.int/whosis" Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği
9. TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
YAŞLANMA YAŞLILIĞA BAKIŞ VE YAŞLI HAKLARIMutlu Yaşam Sevgi ve Yaşam Derneği
İnsanlar yaşlandıkça yaşamın anlamı, özellikleri ve biçimleri de değişmektedir. Yaşlanmanın içerdiği fiziksel, psikolojik ve toplumsal değişimler, bir yandan da onlarla başa çıkabilmek için bir takım stratejilerin geliştirilmesini, uygulanmasını, değiştirilmesini gerektirmektedir. Yaşlı kişilerin bireysel yaşamı için önemli olan değişimler aynı zamanda onların aile ve toplum yaşamını da etkilemektedir. Aile ve çevre ilişkileri ileri yaşlarda yaşanan fiziksel, psikolojik ve toplumsal değişimlerden bağımsız değildir (1).
Bedensel fonksiyonların yaşlanma sonucu nasıl değiştiği üzerinde araştırma yapan psikologlardan biri Shock’tur. Diğer bedensel işlevlerin yanı sıra kalbin ve akciğerlerin işleyişini inceleyen Shock, insan bedeninin en verimli çalışma devresinin 25-30 yaşları arasında gerçekleştiğini gözlemiştir. Otuz yaşından sonra bireyin bedensel faaliyetlerinde yavaşlama başlar. Bu yavaşlama bireyin organlarının yenilenmemesinden kaynaklanır. 25-30 yaşına kadar insanların akciğer ve kalplerinde bol miktarda yedek hücre bulunur. Otuz yaşından sonra bireyin bedensel faaliyetlerinde yavaşlama başlar. Bu yavaşlama bireyin organlarının yenilenmemesinden kaynaklanır. 25-30 yaşına kadar insanların akciğer ve kalplerinde bol miktarda yedek hücre bulunur. Otuz yaşından sonra yedek hücre sayısı azalır ve harcanan hücrelerin yerine yenisi konmaz. Azalan hücreler kalp ve akciğer kapasitesini düşürür. Bireyin bedensel ve zihinsel faaliyeti, hücre kaybının az ya da çok olmasını etkiler.
Bedenen faal olan insanlarda hücre kaybı az olur; bazı 50 yaşındakiler faal olmayan 30 yaşındaki kişilerden daha iyi durumdadır. Aynı durum beyin hücreleri için de geçerlidir; zihinsel faaliyette bulunan kişiler, zihinsel faaliyette bulunmayanlara göre, daha az sayıda beyin hücresi kaybeder. Kasch, yaptığı araştırmada aktif ve pasif kimseler arasındaki farkı açık seçik göstermiştir (2).
Yaşlılarda görülen bilişsel fonksiyonların kaybı ise iki temele indirgenebilir:
1- Bireyin kan dolaşımında meydana gelen arızalardan dolayı kanın beyine yeterli miktarda gidememesi. Örneğin, kalp krizi geçiren kimse, ana veya kılcal damarların bir kısmını kaybederse, zihinsel etkinliğini önemli ölçüde kaybeder.
2- Sosyal ve zihinsel yönden yalıtılmış bir yaşam yaşayan bireyler, öğrenmeye meraklı ve insanlarla sürekli ilişki içinde bulunan kişilere göre zihnen daha çabuk çökerler. Bedensel bakımdan faal olan, okuyan, öğrenen ve diğer insanlarla sürekli ilişki içinde olan bireylerin yaşlanması, onların zihinsel güçlerinde önemli bir değişikliğe yol açmaz (2).
Yetişkinlerin zihinsel yetenekleri üzerine yapılan son araştırmalar ise gençlik dönemine kıyasla problem çözmede bir yavaşlama olduğunu ancak yaşantıların birikiminden doğan tecrübenin verdiği avantajdan dolayı zihinsel kapasitenin anlamlı bir kayba uğramadığını ortaya koymuştur (2).
Tüm bu değişikliklerin yanı sıra yaşlılık dönemiyle ilgili göz önünde bulundurulması gereken bir takım kalıp yargılar da vardır:
Butler’e göre bunlardan birincisi doğrudan doğruya yaşlılığın kendisi ile ilgilidir. Kronolojik yaşlanma, bir insanın yaşını yaşadığı yılların sayısıyla ölçmedir. Oysa fizyolojik, kronolojik, psikolojik ve toplumsal yaşlanma derecelerinde bireyden bireye değişen bir farklılık olduğu bilinmektedir. İkinci kalıp yargı üretim dışı olmakla ilgilidir. Oysa hastalık ve toplumsal sorunlar olmadığında yaşlı kişilerin de üretken olma ve yaşama etkin olarak katılma eğiliminde oldukları görülmektedir. Önceki kalıp yargıya bağlı bir üçüncüsü, ilişkisizlik, yani, yaşlı kişilerin yaşamdan kopmayı, yalnız ya da kendi yaşıtları arasında yaşamayı yeğledikleri biçimindedir. Ancak, toplumdan kopmanın yaşlılığın doğal bir yanı olduğu görüşünü destekleyen yeterli sayıda bulgu yoktur. Dördüncü kalıp yargı esnek olmama savıyla ilgilidir. Bir insanın değişme ve uyum sağlama yeteneği yaşından çok, yaşam boyu taşıdığı kişiliğiyle ilgilidir. Beşinci sorun bunaklık (kocama=senility) kavramıyla ilgilidir; bu kavram kaçınılmaz olarak yaşlıların bunayacağını ifade eder. Yaşlı kişiler de tıpkı genç kişiler gibi anksiyete, keder, depresyon ve paranoid durumlar yaşayabilirler. Benjamin Rush bunamanın yaşlanma sürecinden ayrı, farklı bir hastalık olduğunu göstermiştir. Kötü beslenme, uyuşturucu kullanımı, alkolizm, fiziksel bir hastalığın tanılanmaması gibi sorunlar bunama nedeni olabilir. Altıncı kalıp yargı huzur (serenity) kavramıyla dile gelir. Buna göre yaşlılık göreli bir barış ve huzur çağıdır. Gerçekte ise yaşlı kişiler başka herhangi bir yaş grubundakilerden daha fazla stres yaşarlar. Üstelik çoğu zaman bu stresler yıkıcıdır. Yaşlının bunalımlara direnme gücü dikkat çekicidir; böyle durumlarda sakinlik, beklenmeyen ve uygun olmayan tepki olacaktır. Depresyon, anksiyete, psikosomatik hastalıklar, paranoid durumlar dış streslere karşı içsel tepkilerdir. Keder yaşlıya sık sık eşlik eden bir duygudur. Apati ve boşluk, yakınların yitirilmesini izleyen ilk şokun ortak bir kalıntısıdır. Fiziksel hastalık ve toplumsal yalıtılma yasın ardından gelebilir. Anksiyetede birçok biçimde kendini gösterebilir: Düşünmede ve davranışta katılık, çaresizlik, huzursuzluk, kuşkuculuk ve bazen paranoya.
Butler, yaşlılıkla ilgili bütün kalıp yargıların ve söylencelerin kısmen bilgisizlikle, kısmen de yaşlılarla gündelik ya da profesyonel ilişkinin yetersiz olmasıyla açıklanabileceğini düşünmektedir. Butler’e göre hepimizin içinde bulunan bir başka güçlü etken de “yaş ayrımı” diye adlandırılabilecek etkendir. Irk ayrımcılığı (racism) ve cinsiyet ayrımcılığı (sexism) nasıl insanları derilerinin rengine göre ayırıyorsa, yaş ayrımcılığı da (ageism) insanları sırf yaşlı oldukları için sistemli bir ayırıma tabi tutma ve kalıplara sokma sürecidir. Yaşlı insanlar bunak, düşüncede ve davranışta katı, ahlak ve denetim açısından eski moda gibi kategorilere konulmaktadır. Yaş ayrımcılığı genç kuşaklara yaşlı insanları kendilerinden farklı görme yolunu açar. Böylece üstü kapalı biçimde yaşlıları insan olarak tanımama eğilimi doğar.
Toplum daha dengeli bir yaşlılık anlayışına nasıl kavuşabilir ve ileri yaşların sorunlarını gözeterek insanlara başarılı bir yaşlılık nasıl sağlanabilir? Toplumun daha duyarlı bir yaşlılık kavramına sahip olması için alınabilecek önlemler (toplumsal refah politikalarının oluşturulması, kitle iletişim araçlarının işletilmesi, vb.) uzun erimlidir. Yaşlılara psikolojik yardım ve destek sağlamaya yönelik teknikler içinde, yaşamı gözden geçirme terapisi ve yaşam döngüsü grup terapisi sayılabilir.
Yaşamı Gözden Geçirme Terapisi (life review therapy), yaşlı kişiden ve diğer aile üyelerinden geniş bir öz yaşam öyküsü alınmasına dayanır. Yaşlı kişiler geçmiş yaşamlarına baktıklarında çoğu zaman yaptıklarından değil, yapmadıklarından esef duyarlar. Yaşlıların geçmişlerinden sık sık söz etmeleri ve geçmişteki yaşantılarını yineleyerek anlatmaları aslında geçmişi düşünme ve gözden geçirme eğiliminin dışa vurumu sayılabilir. Geçmişi gözden geçirme eyleminde yalnızca geçmişi anımsama değil, aynı zamanda geçmişi çözümleme boyutu da vardır. Dolayısıyla geçmişi gözden geçirme amaçlı ve etkin bir süreçtir. Bu süreçte yaşantıları bütünleştirmek ve yorumlamak söz konusudur. Butler’e göre, bu süreçte yaşamı gözden geçirme içsel, anımsama ise davranışsal boyutu oluşturmaktadır.
Yaşam Döngüsü Grup Terapisi (life-cycle group therapy), tedavi gruplarına 15 yaştan 80 yaşına kadar bireyleri birlikte alma temeline dayanır. Yaş ayrımının kuşaklar arasındaki duygu, deneyim ve destek alışverişini önlediği inancı bu yaklaşımın temelidir. Bu gruplarda yalnızca içsel psikiyatrik bozuklukların tedavisi değil, yaşam döngüsündeki değişikliklerden doğan sorunların çözülmesi de amaçlanmaktadır. Gruba girmenin ölçütü, etkin bir psikozu olmamak, buna karşılık akut ya da kronik yaşam bunalımı geçiriyor olmaktır.
Günümüzde, yaşlı insanların mutlaka geçmişe bağımlı, yaşamın dışına düşmüş kişiler olduğu düşünülmemektedir artık. Tam tersine, bugün yaşlıların kendini yenileme yeteneklerine daha fazla inanç ve güven duyulmaktadır. Yaşlılar kendilerine özgü sorunlara karşın, ulaştıkları olgunluk, birikim ve doyum düzeyi ölçüsünde yaşama bağlanma şansına sahiptirler. Bunun için de yaşlıların, yaşama ve kendilerine gereken ilgiyi ve özeni göstermeleri yetmektedir. Bu açıdan, bakım kurumlarının yaşlılara verdiği edilgen destek yeterli değildir, yaşlıları edilgen bırakmayacak önlemlere gerek vardır. Bütün gün televizyon izlemek, hiç spor yapmamak, sürekli ilaç tüketmek gibi durumlar yaşlıları edilgenliğe itmektedir. Oysa yaşlılara uygun spor, grup psikoterapisi gibi etkinlikler onları daha etkin kılabilmektedir. Bu düzenli destekler de yaşlıların kendini yenileme yeteneklerini harekete geçirmektedir.
Son olarak, yaşlıların ruh sağlığıyla yakından ilgili olduğu için yaşam doyumu olgusunu da incelemekte yarar var. Neugarten’e göre yaşam doyumu (life satisfaction) kişinin yaşamda ne istediği ile ne elde ettiğinin karşılaştırılmasından elde edilen sonuçtur. Yaşam doyumu ile yaşın ilişkisini araştıran araştırmaların genel bulgusu yaş arttıkça yaşam doyumunun azaldığı biçimindedir. Başka bir deyişle, yaşlı grupta yaşam doyumunun genç gruptakine oranlı daha düşük olduğu görülmektedir. Ancak, yaşlı insanların sağlık durumlarının, ekonomik koşullarının, etkinlik düzeylerinin yaşam doyumunda önemli bir belirleyici olduğu bilinmektedir. Öte yandan, yaşam doyumunun yaşla azaldığını ileri süren genel kanıyı bazı çalışmaların desteklemediği de görülmektedir. Clemente, yaşlanmayla birlikte belirli bir doyumun daha yerleşik duruma geldiğini savunmaktadır. Diener, yaşam doyumunun çok genç ve çok yaşlılarda farklı olmadığını, en önemli farkın 45 yaş dolaylarında ortaya çıktığını, asıl bu yaş grubundaki insanların diğer iki gruba oranla daha doyumsuz olduğunu bildirmektedir. Sonuç ne olursa olsun,yaşam doyumu ve yaş arasındaki ilişkinin nedensel bir ilişki olmadığı söylenebilir. Yaşlı insanların yaşam düzeyi yalnızca yaşlanmalarına değil, daha çok dış koşullara bağlı görünmektedir. Örneğin Birren, yaşlılara bağlı ruhsal sorunların kentlerde kırsal kesimlerden daha fazla görüldüğünü söylemektedir. Sonuç olarak, dış koşullarla daha etkin biçimde baş edebilen yaşlıların yaşam doyumu düzeyinin daha yüksek olabileceği düşünülebilir (3).
Yaşlılarla ilgili toplumsal politikaların, hizmetlerin, programların geliştirilmesine katkıda bulunan politikacılar, sosyal çalışmacılar, iktisatçılar ve gerontologlar yaşlıların belli başlı toplumsal sorunlarını beş kategoride toplamaktadırlar: “gelir”, “ sağlık”, “bakımevi”, “ulaşım” ve “beslenme”. Bunlar kadar somut olmamakla birlikte aynı derecede önemli olan diğer sorunlar, eğitim, iş, emeklilik sonrası roller, tinsel gereksinmeler, güvenlik vb. gibi sorunlardır. Bütün bu sorunların çözümü yaşlı kişileri toplum içinde tutma amacını destekleyecektir. İnsanın toplumsal bir yaratık olduğu ve insanlığını dile getirecek toplumsal araçlara gereksinmesi olduğu herkesçe bilinmektedir. Yaşlanan bir kişinin yaşlılığa uyum sağlaması ile topluma uyum sağlaması arasında yakın bir bağ olduğu da söylenebilir (4).
Ülkemizde yapılan çalışmalara baktığımızda ise Ördek, Erdem ve Doğan’ın çalışmasında (2006), kırsal ve kentsel alanda yaşayan yaşlıların yalnızlık düzeyleri karşılaştırılmış ve ülkemizde değişen sosyal çevreye bağlı olarak son yıllarda yaşlıların daha fazla yalnızlık yaşadıkları görülmüştür. Yaş, cinsiyet ve kronik bir hastalığa sahip olmanın yaşlılarda yalnızlığı etkilediği belirlenmiştir. Aynı zamanda araştırmaya katılan yaşlıların sorunlarını kullandıkları baş etme yöntemleri ile de çözemedikleri saptanmıştır.
Yalnızlık depresyon ve anksiyete için temel oluşturan bir olgudur. Yalnızlık yaşla da ilgilidir. İleri yaş beraberinde iş, statü, rol ve akran kaybı gibi nedenlerle yalnızlık ve buna bağlı çeşitli sorunlar (depresyon vb.) getirmektedir. Yaşlılarda yapılan çalışmalarda; yaşlıların hayatlarını kanser ve kalp hastalıklarından çok anksiyete, stres, yalnızlık, sosyal izolasyon sonucu geliştiği ve yalnızlığın depresyon, alkolizm ve kronik sağlık problemleriyle ilişkili olduğu belirlenmiştir.
İnsanın temel gereksinimlerinden biri diğer bireylerle sevgi alışverişinde bulunmak ve dostça ilişkiler kurabilmektir. Bu nedenle sosyal ilişkiler bireyin yaşantısında önemli bir yere sahiptir. Sosyal iletişim sağlıklı yaşamın önemli bir parçasıdır. Sosyal iletişimin azalmasıyla birlikte emosyonel ve sosyal yalnızlık artmaktadır.
Aile ve arkadaş ilişkilerinin ve sosyal desteğin azalması, yaşlının sıkıntılarını başkaları ile paylaşımının azalmasına yol açmaktadır. Bu nedenlerle yaşlılar sıkıntılarını çoğunlukla etkisiz baş etmeler kullanarak gidermeye çalışmakta, ama sonuçta etkisiz baş etme yöntemleri kullanan yaşlılar, sıkıntılarını çözmekte yetersiz kalabilmektedirler.
Bu sonuçlar doğrultusunda yaşlılara; sosyal destek sağlanması, etkili stresle baş etme yöntemlerinin öğretilmesi, düzenli aralıklarla kronik hastalıklı yaşlıların evde izlemlerinin sağlanması, eğitim düzeyi yükseldikçe yalnızlık azaldığından, toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesi önerilmektedir (5).
Sosyal aktiviteler, psikolojik huzuru, psikolojik huzur da biyolojik sağlığı getirir. Başarılı yaşlanmanın anahtarı biyopsikososyal etkileşimle sağlanabilir.
İleri yaşlarda, sosyal ve fiziksel aktivitelerin, kişiler arası ilişkilerin, sosyo-kültürel güncel olaylara karşı ilginin ve gençlik çağlarından itibaren geliştirilen ya da yeni oluşturulan hobilerin sürdürülmesi kişiyi hayata bağlayan, dolayısı ile mental aktivitelerini de canlı tutan, son derece önemli aktivitelerdir. Biyopsikososyal dengeyi koruyabilmek için, yaşamın her alanında “işleyen demir ışıldar” kuralını uygulamak gerektiğini unutmamalıdır.
Bütün bu sosyal aktiviteler, psikolojik olarak kendine yeterlik ve hakimiyet duygusunu, kendine güveni ve iyimserlik duygularını ve de iç huzuru arttıracaktır. Bu sosyal ve psikolojik etkiler tüm biyolojik sistemleri (sempatik, parasempatik, hormonal ve immun sistemleri, vb.) pozitif olarak etkileyeceklerdir. Böylece oluşacak olan psikosomatik homeostazis fiziksel ve ruhsal sağlığı da pozitif olarak etkileyecektir (6).
Yukarıda yaşlılıkla ilgili önemli gerçeklere vurgu yapılmasındaki amaç, yaşlıların daha aktif ve doyumlu bir hayata sahip olabilmeleri için toplumsal ve bireysel duyarlılıkların geliştirilerek, yaşlı haklarına gerekli desteğin verilmesinin önemidir.
Yaşlı nüfusun haklarının yaşadıkları toplum ve çevre tarafından daha fazla gözetilerek, sağlıklı bir yaşlılık süreci geçirmeleri sağlanmalıdır. Aynı zamanda bu insanların yaşlılık dönemlerinin yaşamlarının en verimli, en güzel ve en doyum aldıkları dönemi haline gelmesi için fırsat verilmesine ihtiyaçları vardır. Belirlenen ulusal politikalar çerçevesinde geniş çaplı ve yaygın çalışmaların yapılarak, bu fırsatların ve yaşlı haklarının kapsamlı olarak toplumun tüm kesimlerinde kabul görmesi sağlanmalıdır.
Ülkemizde tüm yaşlılarımızın aktif ve katılımcı bireyler olarak hayattan ve yaşadığı toplumdan kopmadan, sağlıklı ve güvenli bir ortamda, her türlü günlük ihtiyaç ve aktivitelerini yerine getirebilmeleri, bilgi ve tecrübelerini yeni nesillere aktarmaları, kendilerini her durum ve ortamda özgürce ifade edebilmeleri, çıkarlarını koruyabilmeleri ve kendilerini geliştirmeleri için her türlü fırsat yaşlılarımıza sağlanmalıdır.
Yaşlılarımızı, topluma ve devlete karşı bir yükmüş gibi algılayan zihniyetlerce dışlanarak ayrımcılığa maruz bırakılmalarına ve yaşlılarımızın istismara uğramalarına kesinlikle izin verilemez. Bütün bu olumsuzlukların önüne geçilmesi, devletin tüm organları ve toplumun tüm fertlerinin sorumluluğudur.
Yaşlılarımızın yaşam kalitesini arttıracak sağlık, bakım ve destek hizmetleri gibi daha birçok alanlarda sayılabilecek gerekli tüm hizmetlerin en iyi standartlarda verilmesiyle yaşlılarımızın sağlıklı ve üretken bir yaşlılık süreci geçirmeleri, toplumla bütünleşmeleri, toplumda hak ettikleri saygıyı görmeleri, olabildiğince bağımsız ve onurlu bir yaşam sürmeleri sağlanacaktır.
Yaşlılara sağlanacak fırsatlar ve yaşlı haklarına gerekli desteğin verilmesiyle, aslında geleceğin yaşlıları olmaya aday, toplumun her bir bireyinin kendi yaşlılığı için gerekli koşulları sağlamakta olduğu gerçeği de akıllardan çıkarılmamalıdır.
Psikolog Emine DAL
Kaynakça
- Prof. Dr. Bekir ONUR,Gelişim Psikolojisi. Versoy Yay.,Ankara,1991,sayfa:184.
- Doğan CÜCELOĞLU,İnsan ve Davranışı : Psikolojinin Temel Kavramları Remzi Yay., İstanbul,1991,sayfa:364-366.
- Prof. Dr. Bekir ONUR, Gelişim Psikolojisi. Versoy Yay.,Ankara,1991,sayfa:193-196.
- Prof. Dr. Bekir ONUR, Gelişim Psikolojisi. Versoy Yay.,Ankara,1991,sayfa:189.
- Birgül (Özkan) ÖRDEK, Emine ERDEM, Sibel DOĞAN. “Kırsal ve Kentsel Alanda Yaşayan Yaşlıların Yalnızlık Düzeylerinin Karşılaştırılması”,Xlll. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi Kongre Tam Metin Kitabı, sayfa:456-467.
- Prof. Dr. Bilgen TANELİ, Arş. Gör. Yavuz TANELİ. “Yaşlıda Biyopsikososyal Etkileşim”, Xlll. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi Kongre Tam Metin Kitabı, sayfa:103-111
YAŞLILAR OLARAK DEVLETTEN BEKLENTİLERİMİZTürkiye Güçsüzler ve Kimsesizlere Yardım Vakfı Genel Başkanı
Vakıfçılık olgusu Türk tarihinde önemli yer tutmaktadır. Osmanlı döneminde adeta insana duyulan sevgi ve saygının kurumsallaşmış hali olarak ortaya çıkmış, sistemleşerek günümüze değin varlığını sürdürmüştür. Bu önemli kurum, milli kültürümüz ve medeniyetimizin temelinde yatan “her şey insan için” anlayışından yola çıkarak bugünlere gelmiştir. Osmanlılar, insana hizmeti ibadet olarak kabul etmiş, bu itibarla birçok vakıf kurarak toplumsal bir heyecan dalgası oluşturmuşlar, tam manasıyla sevgi, şevkat ve yardım toplumu olmuşlardır. Aslında öteden beri Türk toplumunda varolan ataya saygı, yaşlıyı ve fakiri koruma kavramları bu dönemde açılan imarethaneler, aşevleri ve tekkelerin muhtaç yaşlılara verdikleri hizmetlerle kendini iyice göstermiştir.
Günümüzde bakıma muhtaç yaşlıların korunması, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla devlet eliyle kurulmuş kurumlar var olmakla beraber bunlar yetmemektedir. Bununla beraber bu denli köklü bir vakıfçılık ve yardımlaşma gelenek ve kültürüne sahip olan toplumumuzun da zamanla bu özelliğinden uzaklaştığı gözlenmektedir.
Korunmaya, yardıma ve bakıma muhtaç yaşlı, engelli ve her yaş grubundan çocuk gruplarına hizmeti amaç edinen Vakfımız da bu inanç ve bilinçle, 23 yıldır, imkanları dahilinde bu gruplara barınma, iaşe, sağlık hizmetleri sunmaya, barınmaları için binalar inşa etmeye ve onlara rahat bir yaşam sağlamak için çalışmaya devam etmekte, yaptıklarımızı yapacaklarımızın teminatı olarak görmekteyiz.
Genel Merkezi Ankara-Keçiören Semtinde bulunan Vakfımızın Keçiören’de 300 yatak kapasiteli, Ankara-Kavaklıdere Semtinde 13, Ankara, Beypazarı kazası-Sekli Köyünde 50, Eskişehir-Mihalıççık Kazasında 72 yatak kapasiteli olmak üzere dört adet Huzurevi bulunmakta, Türkiye genelinde ise; Bolu, Eskişehir, Manisa, Marmaris ve Çankırı-Çerkeş’te şubeleri, Ankara-Beypazarı’nda irtibat bürosu, ayrıca Manisa’da Ana Kucağı Kız Öğrenci evi mevcuttur.
Vakfımız, sivil toplum kuruluşu olarak tüm yaşam kaynağını kendi imkanlarıyla yaratmaktadır. Devletimizden teşvik-destek ve kanunlarda iyileştirme beklemek bizim en doğal hakkımızdır diye düşünmekteyiz.
Bu itibarla;
- Sosyal güvenlik kapsamında bulunan ve düşük ücret alan veya hiç sosyal güvencesi olmayan yaşlı bireylere devletimiz tarafından destek verilmesi gerekmektedir. Eğitime katkı payı uygulamasında olduğu gibi vergi mükelleflerinden tespit edilecek oranda yaşlı ve kimsesizlere katkı payı kesintisi yapılabilir. Milli Piyango uygulamasında olduğu gibi YAŞLI HAVUZU oluşturulmalı; kaynakta toplanan fon, yönetim tarafından idare edilmelidir. İhtiyaç sahibi yaşlılara buradan kaynak aktarılarak, yaşlının yaşam kalitesinin yükseltilmesi sağlanmalıdır. YAŞLANMAK BİYOLOJİK BİR OLGUDUR. ÇÜNKÜ HER BİREY BİR GÜN YAŞLANACAKTIR.
- Kalkınmada öncelikli illere tanınan istisna ve muafiyetlerden (elektrik-su-vergi ve sigorta) bu tür hizmeti veren sivil toplum kuruluşlarınada uygulanması sağlanmalıdır. Vakfımız bununla birlikte istihdam yaratmaktadır.
- Sosyal hizmet politikalarının yeterli, sağlıklı ve uygulanabilir şekilde oluşturulması sağlanmalıdır.
- Vakıf niteliği taşıyan ve tüzüğü gereği sosyal hizmet faaliyetlerini amaç edinen, bünyesinde huzurevleri ve öğrenci evleri bulunan, nicelik ve nitelik olarak sağlık personeli ağırlıklı eleman çalıştırmak mecburiyetinde olan bu türden vakıf hizmetlerinde çalıştırılan personelin işveren sigorta payının devlet tarafından karşılanması sağlanmalıdır.
- Emeklilerden kesinti yapılmamalıdır. Çünkü belli yaştaki insanların sağlığı daha çabuk bozulacağından sağlık hizmetlerine daha fazla ihtiyaç duymaktadır.
Burada büyük ATATÜRK’ümüzün şu sözü unutulmamalıdır;
“BİR MİLLETİN YAŞLI VATANDAŞLARINA VE EMEKLİLERİNE KARŞI TUTUMU, O MİLLETİN YAŞAMA KUDRETİNİN ÖNEMLİ KISTASIDIR.”
HUZUREVLERİNDE YAŞANAN SORUNLAR
SEVMEKLE BAŞLAR HERŞEY
AMACIMIZ; Allah’ın izniyle, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, güçsüze güç, yurtsuza yuva, dertliye deva olmaktır.
PAROLAMIZ; Güçlüyken yardım et, güçsüzken yardım almaktır.
İLKEMİZ; İnsana insanca hizmet vermektir.
DÜŞÜNCEMİZ; Daima kimsesizin kimsesi olmaya çalışmaktır.
İşte bu düşüncelerle; Vakfımızın tespit ettiği huzurevlerinde yaşanan sorunlar aşağıda maddeler halinde belirtilmiştir;
Huzurevleri Beden ve Ruh Sağlığı yerinde olan, sosyal yoksunluk, yalnızlık ve güçsüzlük nedeniyle destek almak üzere müracaat eden; günlük yaşam aktivitelerini bağımsız yapabilen, 55 ve üstü bireylere yatılı hizmet veren birimler olarak faaliyet gösterirler.
Çok sayıda yaşlının bir arada kaldığı huzurevlerinde yaşlıların birebir kişisel ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanması amacına uygun bir bakım planı gerçekleştirilmesi oldukça güçtür. Yaşlı bireylerin huzurevlerini talep etmelerinin birçok nedenleri vardır. Bunları sıralamak gerekirse;
Kimsesizlik ve Yalnızlık:
Ekonomik yönden yetersiz, kimsesiz ve yalnız yaşlılar yardım bakım ve korunma düşüncesiyle (kronik sağlık problemleri, başına gelebilecek rahatsızlık sonucu ölüm korkusu) veya eşlerden birini veya sevdiği insanlardan bazılarını kaybetmesi sonucu kederli ve yalnız kalarak, destek ve himaye görme arzusu duyması huzurevlerine başvuru sebeplerindendir.
Sosyo-Ekonomik Nedenler:
Hiçbir sosyal güvencesi ve geliri olmayan yaşlıların bu tür yerlere sığınma arzusu, sanayileşme ve kentleşme sonucu değişen aile yapısında yaşlının yerinin değişmesi, çalışma hayatına giren kadının da evde bulunmaması, ailelerin çekirdek aile yapısına dönüşmesi, yaşlı müracaatını artırmıştır.
Kuşak Çatışması:
Yaşlının inanç değer yargıları ile çocukların, gençlerin değer ve inançlarının birbirine uymaması ve çatışma ortamı nedeniyle müracaatlar (Ailelerin ve okulların her kademesinde yaşlıya saygı, davranış, hitap vb. sosyal içerikli konuların mutlak verilmesi).
Psikolojik Nedenler:
Yaşlının yıllar geçtikçe yakınlarına, çevresine yük olduğu hissine kapılma duygusu.
Fiziksel ve Sağlık Sorunları:
Kendi işini yapabiliyor olmakla birlikte, sürekli kullandığı ilaçlarının sağlıklı ve kontrollü bir ortamda yetkili kişi marifetiyle kendisine verilecek olması, kendisini güvende hissetmesi.
Ölüm Korkusu-Şiddete ve Tacize Uğrama Durumu:
Çevrede ve yakınlarında yaşlıya karşı tacizde bulunma, şiddete maruz kalma, sürekli horlanma, itilip-kakılma, ölümü halinde fark edilememe korkusu müracaat nedeni olabilmektedir.
Diğer Nedenler:
Yaşlının bencillik, nazlanma, kapris gibi nedenlerle müracaat nedenleri olarak ortaya çıkabilmektedir
Yukarıda saydığımız nedenler ve gerekçeler nedeniyle başvuran ve kabulü yapılan yaşlıların, sosyokültürel, sosyoekonomik ve psikososyal nedenlerden kaynaklanan sorunları ortak yaşamı paylaşmada sıkıntılar yaratmakta ve her ortamda bu problemlerle karşılaşılmaktadır. Yöresel farklılıklar, örf, adet ve gelenekler ve yaşam tarzları, yaşlıların birbirlerine olan tahammülsüzlükleri, ücretli-ücretsiz ayırımı; eğitimli-eğitimsiz, şehirli-kırsal kesimli, bölgesel ayrımcılıklar yaşlılar arasında genel problemler olarak ortaya çıkmaktadır.
Yaşlıların serbest zamanlarını değerlendirme konusunda oluşturulan hobi ya da uğraşı alanlarından gerektiği gibi yararlanmadıkları da genel bir isteksizlik gözlenmektedir. Bu alandaki tespitlerimiz yaşlılarımızın ekseriyetinin hiçbir beceriyi almamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Boş zamanın değerlendirilmesi, kültürel yapımızla, değer yargılarımızla yakından ilişkilidir.
Bunda önemli tespitimiz, belli yaş grubunun eğitiminin düşük olması; beceri, sosyal faaliyet ve örgün eğitim konularında yetersiz olmalarıdır.
Genelde yaşlılarımız boş zamanlarını ibadet ederek, sohbet ederek, televizyon seyrederek geçirmekte veya vesvese, kuruntu, sıkıntı içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Ancak hayatı boyunca imkânsızlık ve ilgisizlik içinde yaşamış, hiçbir sosyal faaliyette bulunmamış bazı yaşlı bireyler her imkâna haiz olan huzurevlerimizin ortamını cennet olarak değerlendirmektedir.
Karşılaşılan sıkıntı ve problemlerden bir diğeri, yaşlı yakınlarının kendilerini yeterince ziyaret etmemeleri, bu nedenle yaşlının içine kapanmasına, terkedilmişlik duygusuna kapılmasına neden olmaktadır. Netice itibariyle yaşlının menfi yönde etkilenmesi sonucu depresyon, şeker, kalp hastalıkları, hipertansiyon gibi rahatsızlıklar oluşmakta ve yaşlı kısa sürede yatalak hale gelmektedir.
Yaşlılarımızın ruhsal sağlıklarını korumada Vakfımız son derece duyarlı davranmakta, başta Yaşlılar Haftası, Anneler Günü, Babalar Günü, Vakıf Haftası, Resmi ve Dini Bayramlar ve Yılbaşı olmak üzere neredeyse tüm özel günlerde onları yalnız bırakmayarak evlerindeki sıcaklığı yaşatmaya çalışmaktadır. Zaman zaman geziler düzenleyerek, hem değişik yerler görmelerini ve hem de değişik yöresel yemeklerden tatmalarını sağlayarak yaşama uyum sağlama olanağı vermektedir.
Bireye bağlı sıkıntı ve rahatsızlıklar yanında; binalarımızın projelendirilmelerinde çok katlı ve tek tip proje şeklinde dizayn edilmesi, çağın gereksinimlerine uygun düşmemektedir. İleri toplumlarda uygulanmaya başlayan ve bizde de az da olsa hizmete sunulan toplu bakım esasına dayanan huzurevi uygulamasından vazgeçerek korumalı meskenler ve yaşlı köyleri gibi uygulamalara geçilmesi sağlanmalıdır. Bu tür yerlerin kapasitesinin 50’yi geçmemesi gerekir.
Personelin çeşitli nedenlerle ayrılması sebebiyle süratli hareket etmek mecburiyeti doğmaktadır. Alınan elemanın derhal işe başlaması bir zorunluluk olduğundan, hemen sigortası yapılarak işe başlatılmakta; makamdan, personelin onayı sonra alınmaktadır. Bu uygulamadan dolayı sıkıntı yaşanmakta ve tenkitlere sebep olmaktadır.
Nitelikli ve kalifiye eleman teminindeki güçlük, sağlık elemanlarının ücretinin yüksek olması istihdamda sıkıntı ve sorun yaratmaktadır. Yerine alınan eleman, ücret durumu dikkate alınarak seçilmektedir.
Tavan ve taban belirlenerek tespit edilen ücret uygulamasında; Vakıf olma nedeni tabana yakın ücreti uygulama mecburiyeti getirmektedir. Yaşlı bakım maliyetinin 1.500-2.000 TL olarak hesaplandığı ve gerçekten de toplu bakım hizmetinde reel yaşlı bakım hizmetinin uygulanmasının mümkün olmadığı gerçeği ortadadır.
Sosyal Güvenlik kapsamına dahil yaşlı bireylerin aldığı emekli maaşı bu tespitin ancak 1/3’üne tekabül etmektedir. Yaşlıya yansıtılamayan reel ücret tarifesinden doğan açık bir bakıma süspanse edilerek kaynak yaratılmaya çalışılmaktadır.
Genel giderler alınan ücretle karşılanamamakta ve kaynak yaratılmaya çalışılmaktadır.
Yukarıda tüm saymaya ve maddeleştirmeye çalıştığımız konular; 23 yıllık bu alanda bizatihi çalışmamızın sonucu olan tespit ve değerlendirmelerdir.
GEÇMİŞİNE SAHİP ÇIKMAYAN NESİLLER, GELECEĞİNE HİÇBİR ZAMAN SAHİP ÇIKAMAZLAR.
Bu deyişin çocuk ve genç nesillerin belleğine yerleştirilmesi gerekmektedir.
Gülgen DURAL
YAŞLILIK ve FİZYOTERAPİSTYAŞLILIK ve FİZYOTERAPİST
İnsanoğlu için yaşamdaki en önemli hedef, doğumla başlayan ve yıllar boyu devam eden yaşamın her anının sağlıklı bir şekilde devam ettirilebilmesidir (Kırdı vd. 2005). Yaşam süresinin uzaması ülkelerin yaşlılıkla ilgili politika ve programlarını daha da detaylandırmasına yol açmıştır. Yapılan çalışmalarda, sağlıkla ilgili politikalardaki önceliklerin genel sağlığı ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik olduğu gözlenmektedir (Haris 1995, Dünya Sağlık Raporu 1998).
Yaşlanma, adaptasyon terimi olarak ifade edilir ve yaşamın bir parçasıdır. İlerleyicidir ve zamanın ilerlemesiyle, organizmanın yeterliğinde veya bir parçasının aktivite göstermesinde ve çevresindeki değişikliklere adaptasyonunda geri dönüşü olmayan bir düşüş yaşanır. Yetersizlik ile birliktedir. “Ne yaşlanma ne de yetersizlik bir hastalıktır. Her ikisi de yaşam denemesinin sonuçlarıdır”. “Yaşlılık, bir hastalık durumu olarak değil, normal bir yaşam süreci olarak düşünülmelidir” (Chamie 1991, Clark vd.1998).
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sayısı gittikçe artan yaşlı nüfusu vardır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki konuya yaklaşımda getirilen çözüm ve uygulamalarda önemli farklılıkların olmadığı görülmektedir. Gelişmişlik düzeyi arttıkça yaşlılara ilişkin iyileştirmenin tüm toplum için iyileştirme anlamına geldiği bilincine varılmış ve bu konuda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir (Birleşmiş Milletler 1997, Nass vd. 2004).
Yaşlanma, II. Dünya Savaşı’nın sonundan beri gözlenen yaşam beklentisindeki çarpıcı artış yüzünden önemli bir konu haline gelmiştir (Nass vd. 2004). Gelişmekte olan ülkelerde 80 yaş üzerindeki nüfus hızla artmaktadır. Bugün dünya üzerindeki toplam nüfusun %10’u 65 yaş ve daha yukarısındaki nüfusu oluştururken 2050’de bu oranın %16’nın üzerine çıkması beklenmektedir. 2050 yılında Türkiye nüfusunda 16 milyon civarında yaşlının bulunacağı öngörülmektedir (DPT Taslağı 2007). Günümüzde yaşlanma çalışmalarının en büyük önceliğini “Sağlıklı yaşlanmanın” artırılması hedefi oluşturmalıdır. Böylece yaşlı insanın hastalıklı, engelli, çok düşkün veya bağımlı olarak harcadığı yılları azaltabilecek programlar aktif hale getirilebilecektir. Sağlıklı yaşlanma için çalışmalar yaparken yetersizliğe neden olan hastalıkların da, örneğin; depresyon, diyabet, Alzheimer ve Parkinson hastalıklarının vb. riskini azaltmanın yollarını aramak gerekir (Nass vd. 2004).
1996’da Dünya Sağlık Örgütü önerilerinden adapte edilen Sağlığın Uygunluk Düzeyi’ne göre yaşlılar 3 temel grup altında toplanırlar.
Grup 1 -- Fiziksel uygunluğu olan, hastalığı olmayan ve fonksiyonlarında bağımsız yaşlılar
Grup 2-- Fiziksel uygunluğu olmayan, kronik hastalığı olan ve fonksiyonlarında bağımsız yaşlılar
Grup 3-- Fiziksel uygunluğu olmayan, kronik hastalığı olan ve fonksiyonlarında bağımsız olamayan yaşlılar
Aktivitenin önemi Grup 1’de hastalığın önlenmesinden, Grup 3’de engelin önlenmesine doğru ilerleyeceği için her gruptaki yaşlıların ihtiyaçları da farklı olacaktır. Her 3 grubu içeren aktiviteleri gözden geçirecek olursak ;
Grup 1--Bu grupta, sedanter yaşam tarzı ve fiziksel uygunluğun eksikliği önemli risk faktörleridir.
Sedanter yaşam ve sonuç olarak kardiyovasküler hastalığın başlaması arasında sebebe bağlı destek veren yeterli kanıtlar vardır. Düzenli fiziksel aktiviteye katılmak için önemli yaklaşım hastalığın başlamasını önlemektir. Kardiyovasküler hastalığın primer önlenmesi için en azından orta şiddetli fiziksel aktiviteler bu gruptaki yaşlılar için uygundur.
Grup 2--Kas-iskelet sisteminde bir miktar zayıflığı ve/veya kronik hastalıkları olan bu gruptaki yaşlıların egzersiz yapmaları için motivasyon eksikliklerinin önlenmesi gerekir. Hemipleji, Osteoartrit, Diyabet veya Kardiyovasküler hastalık vd. gibi herhangi bir kronik hastalığı olan bu gruptaki yaşlıların tedavisinde düşük şiddetli, düşük tekrarlı kuvvetlendirme eğitimi ve düzenli yürüyüş etkili olur.
Grup 3--Bu gruptaki yaşlılar zayıflık, yetersizlik, yüksek düzey kronik hastalık, komorbidite ve sıklıkla basit günlük aktivitelerde yardım için bir başkasına bağımlı olma ile karakterizedir. Kognitif ve fonksiyonel bozuklukları olan yaşlıların fiziksel uygunluk düzeyleri de düşük olacağı için düşük şiddetli fiziksel aktiviteler uygun olur.
Grup1, Grup 2 ve Grup 3’e giren yaşlıların yapabilecekleri düşük, orta ve yüksek şiddetli aktivite ve egzersizler şunlardır; (Lamb 2000)
Düşük Şiddetli Egzersizler
- Yavaş yürüme (1-2 mil/saat),
- Egzersiz bisikleti kullanma,
- Oturarak balık tutma,
- Bahçe işleri,
- Dans etme,
- Golf,
- Hafif ev işleri (Lamb 2000, DiPietro 2001).
Orta Şiddetli Egzersizler
- Tempolu yürüme (3-4 mil/saat),
- Bisiklete binme,
-Yürüyerek balık tutma,
-Koşma,
-Hokey,
-Voleybol (Lamb 2000).
Yaşam süresinin uzaması kadar yaşamın kaliteli olmasının da önemi büyüktür, bu nedenle kaliteli yaşam her yönüyle iyi olmalıdır. Yaşlıya sunulan ve/veya yaşlının gereksinim duyduğu hizmetler, yaşlının günlük aktivitelerinde kendi kendine yetebilmesi ve fonksiyonlarında maksimum bağımsızlık düzeyine ulaşabilmesi yaşam kalitesini belirler (Clark 1995).
Tüm bu açıklayıcı tanımlamalar, yaşlı yetişkinlerin sağlığında önemlidir ve bu durumlar Amerika Gerontoloji Derneği’nin “Yıllara yaşamı değil, yaşama yıllar ilave etmek” vecizesi ile önemle vurgulanarak “Başarılı yaşlanma” görüşünü yansıtır. Fiziksel aktivite ve yaşam kalitesi üzerine yapılan çalışma sonuçları uyumlu pozitif ilişki gösterme eğilimindedir (Fuller 1996, Bauman 2004). Browne ve ark.’na göre yaşam kalitesi “Kişinin yaşamının eksternal koşulları ile bu koşulların internal algılanması arasındaki dinamik etkileşimdir”. 65 yaş üstü yaşlılarda yapılan çalışmalarda depresyon, uyku problemleri ve ağrının yaşlının yaşam kalitesi üzerinde negatif etkisi olduğu gösterilmiştir. Hellström ve Hallberg 75-99 yaşları arasındaki, Jakobsson ve ark. 85 yaş ve üstündeki yaşlılarda yaptıkları çalışmada ağrıyla birlikte fonksiyonel limitasyonlar, depresif karakter, yalnızlık, yorgunluk, uyku problemleri ve bazı hastalıklarla düşük yaşam kalitesinin birlikte olduğunu bulmuşlardır (Borglin vd. 2005). Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinde kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklar toplumun kültürel değerlerine ve ekonomik gelişme derecesine göre değişir. Cinsiyetler arasındaki bu farklılıkların, biyolojik farklılıklardan (genler, anatomik yapı, hormonlar,üreme hikayesi), kadının sosyal rolünden kaynaklanan durumlardan (sosyal destek, para ödemeden evde çalışma, vd.) ve diğer faktörlerden (sağlıkla ilişkili yaşam tarzı, sağlık bakım servislerinin kullanımı, akıl sağlığı hastalıkları) kaynaklanabileceği düşünülür (Guallar vd. 2005, Kırdı vd. 2006).
Yaşlı yetersiz insanların, kronik hastalıklar sonucu ortaya çıkan sorunlarından dolayı fiziksel ve emosyonel kapasitelerinin restore edilmesi ve yaşam kalitelerinin geliştirilmesi amacıyla multidisipliner ve interdisipliner yaklaşımla profesyonel bir ekibin birlikte yürüttükleri çalışmalarda fizyoterapist önemli bir rol oynar (Clark 1998). Yaşlıya hizmet sunan disiplinlerden birisi olan fizyoterapistler, yaşlının mevcut duyu-algı ve motor fonksiyonlarındaki yetersizliklerini en aza indirmeyi hedefleyerek, her yaşlıya uygun fizyoterapi ve rehabilitasyon programını planlar ve uygular. Bu program çerçevesinde fizyoterapistler;
-Yaşlı hale gelen engellilerin sağlıklı ve kaliteli yaşam açısından aktif olabilmeleri konusunda gerekli yaklaşımlarda bulunurlar. Fizyoterapistlerin yaşlılara uyguladıkları fizyoterapi ve rehabilitasyon yaklaşımlarındaki standartlar; değerlendirme, hedefin belirlenmesi, gerekli programın belirlenmesi, ekip çalışması ve eğitimin devamlılığının sağlanması, bakım verenlerle çalışma, sağlık eğitiminin verilmesi, kalitenin temel alınması ve çevre, sağlık ve emniyetin göz önünde bulundurulması olarak ana başlıklar halinde özetlenebilir (Hastings vd. 1999).
Yaşlanma ile birlikte olan değişikliklerin bir miktarı direkt olarak inaktivite ile ilişkilidir. Aktif yaşlı kişiler bu değişiklikleri daha az gösterirler ve sedanter yaşlı kişilerde uygulanan egzersiz programlarının yaşla birlikte inaktivitenin olumsuz etkilerini tersine çevirerek olumlu yönde etkilediği gösterilmiştir (Lewis vd. 2002). Yaşlılarda, özellikle inaktif olanlarda, egzersiz programları daha uzun süreli eğitim gerekecek şekilde düzenlenir. Tüm yaşamı boyunca fiziksel olarak aktif olan (yürüme, atletizm, bahçe işleri) kişilerdeki kuvvet artışı, sedanter olanlara göre daha hızlı ve kuvvetlidir. Yaşlılar kuvvet eğitimine ilave olarak endurans eğitiminden de faydalanırlar. Yaşlılarda özellikle inaktif olanlarda egzersiz programları daha uzun süreli eğitim gerektirecek şekilde düzenlenir (Wellbery 2005).
Yaşlının temel fonksiyonel limitasyonlarının dikkatlice analizi sonucunda belirlenen yaklaşımlar, yaşlıya uygun ve yaşlı açısından önemli olmasından dolayı yaşlılar tarafından rahatlıkla kabul edilir. Ancak uygun hedef belirlenirken yaşlılarda iki yönden sıkıntı yaşanabilir. Birincisi, büyük yetişkinlerin sıklıkla bakım veren (örneğin,; eş, kardeş, çocuklar) rolleri vardır, aynı zamanda da kendilerinin yaşları nedeniyle tıbbi problemleri vardır. İkinci sorun ise, engelli yaşlının limitli geriye kalan yaşam beklentisi ile ilişkilidir, örneğin; diyabetik ampütenin 65 yaş yukarısındaki ortalama yaşam süresi 1 yıldır (Clark 1998).
Fonksiyonel olarak, azalmış normal eklem hareketi azalmış, kas kuvveti ve eklem mobilitesi, koordinasyon problemleri veya yürüyüşteki değişiklikler yaşlı kişilerin düşmelerine yol açar. Düşme, yaşlılarda çok sık karşılaşılan problemlerden birisidir, ancak düşme yaşlanma sürecinin bir parçası değildir. Yaşlı nüfusun %30’unu düşme korkusu etkiler ve fiziksel aktivite seviyesinin limitlenmesine öncülük eder. Fiziksel fonksiyon bozukluğu, alınan ilaçlar, çevresel tehlikeler (kaygan zemin, zemindeki dağınık objeler, yetersiz aydınlatma, uygun olmayan renk farklılığı, seviye farklılığı, sandalyeler, emniyetsiz ayakkabı), sağlık durumunun iyi olmaması, postüral instabilite ve daha önceki düşme hikayeleri düşmenin sebepleridir (Clark 1995, Finlay vd. 2002).
Kuvvetlendirme ve yürüyüş eğitimi programı tüm kuvveti ve koordinasyonu, denge cevapları ve reaksiyon zamanını geliştirerek, emniyetli yürüyüş pratikleri ile (örneğin; merdiven çıkarken bir el ile trabzanları tutmak yaşam kalitesini artırarak pozitif katılım sağlar) düşmenin önlenmesine yardımcı olur. Yürüme yardımcıları örneğin; baston ve yürüteçler bazı yaşlılarda düşmenin önlenmesinde faydalıdır, fakat bazılarında ise düşmenin sebebidir. Hasta ve ailesinin eğitimi ve çevrenin düzenlenmesi tehlikeleri azaltır, düşmeyi önler. Birçok düşme, kuvveti korumak için uygun egzersiz; denge ve koordinasyonu geliştirerek tüm fonksiyonel aktiviteleri artırmak için duyu integrasyon teknikleri; uygun destek yüzeyi ve yürüyüş eğitimi aktivitelerini sağlamak için uygun ayakkabı-ortez ve yaşanılan çevrenin emniyeti için yapılan düzenlemeler yoluyla önlenebilir (Lewis vd. 2002).
Yaşlı kişi ve çevresi arasındaki etkileşim ileri yaşlarda potansiyel olarak tehlikeli hale gelir. Rehabilitasyon hizmeti verenlerin amacı, yaşlı kişinin ihtiyacına göre çevrenin güvenli hale gelmesini sağlamaktır (Clark 1998, Lewis vd. 2002). Çevrenin değerlendirilmesi görev analizinden çok daha zordur, çünkü kişi gerçekten burada yaşamaktadır. Fiziki alanın değerlendirilmesinin amacı; mimari engellerin, emniyet ve fonksiyonel özelliklerin ve yaşlı kişi tarafından kullanılan mevcut yardımcı araç ve gereçlerin araştırılmasıdır. Sosyal çevrenin değerlendirilmesi bakım verenlerin mevcudiyetini, becerilerini, eğitim için ihtiyaçlarını, fonksiyonel bağımsızlığa karşı davranışlarını ve tecrübelerini inceler. Yaşlılar için çevre düzenlemede hedefler; emniyeti sağlamak, mobiliteyi artırmak, rahatı ve iletişimi elde etmektir. Yaşlılar için çevresel düzenlemelerde birkaç faktör çevresel tehlike olarak belirlenmiştir. Bunlar; yetersiz aydınlatma, uygun olmayan renk farklılığı, düzensiz mobilyalar, şaşırtıcı düzen (örneğin; loş aydınlatmalı koridorda masa),basamaklar, mimari engeller ve ısı kontrolündeki yetersizliklerdir (Squires vd. 1997, Squires vd. 1999, Lewis vd. 2002).
Yaşlılarda düzenli aktivite ve egzersiz alışkanlığı kısa ve uzun dönemde sağlıklı yaşlanmanın en önemli belirleyicisidir. Egzersiz ileri yaşlarda hastalıkların görülme sıklığını önlemeye çalışarak yaşlı sağlığı için önem kazanır. Yapılan çalışmalar, artmış fiziksel aktivite ve egzersizin yaşlılardaki engelin önlenmesinde primer yaklaşım olduğunu desteklemektedir (Clark 1998).Yaşlılara uygulanan egzersiz programlarının fiziksel uygunluğu, çevikliği ve cevap hızını geliştirme potansiyeli vardır. Aynı zamanda; kas kuvvetini, esnekliği, kemik sağlığını, kalp-damar sistemini, solunum cevabını ve aktivite toleransını da geliştirmeye yardım ederler. Tüm bunlara ilave olarak, egzersizin yaşlıların yaşam kalitesini ve kendini ilgi hissetme duyusunu etkileyen sosyal ve psikolojik yararlar sağladığı da gösterilmiştir (Spirduso 1980).
Yaşlılarda Fiziksel Aktivite ve Egzersizin Yararları
- Aerobik kapasite, kas kuvveti ve fleksibilitede artma,
- Fiziksel performans ve fonksiyonda artma,
- Kardiyovasküler fonksiyonun gelişimi ve hastalık riskinde azalma,
- Düşmenin ve kırık riskinin önlenmesi,
- Beynin oksijenlenmesi ve uyanıklıkta artma,
- Uyku kalitesinde artma,
- Psikomotor beceride artma,
- Anksiyete ve depresyonda azalma,
- Kendini iyi hissetmede artma,
- Yaşam süresinin uzaması ve yaşam kalitesinin artması (Drinkwater 1975, Bortz 1980, Alora 1981, Beljan 1984, Lampman 1987, Larson vd. 1987, Thompson 1988, Wagstaff vd. 1988, Lamb 2000, Gauchard 2001, Ringsberg vd. 2001, Bruce vd. 2002, Melzer vd. 2003, Toulette vd.2003, Brown vd. 2004, Elliot vd. 2004, Kırdı vd. 2006).
Yaşlılarda kuvvet ve dengeyi artırmak, düşmeyi azaltmak için hedeflenen egzersiz programları başlıca ağırlıkla yapılan egzersizler, aerobik egzersizler ve kalistenik egzersizler gibi kuvvetlendirme egzersizlerini ve esneklik eğitimini içerir. Yaşlılarda en sık karşılaşılan problemlerden birisi olan düşmeyi azaltmak için uygulanan kuvvetlendirme egzersizleri büyük kas gruplarını hedef alır. Hem kollar, hem de bacaklarla birlikte gövde kaslarına birlikte bu eğitim verilir. Özel tip egzersiz uygulaması kişinin tercihine ve mevcut durumuna göre seçilebilir. Birçok yaşlı kadın serbest ağırlıkla egzersizler yerine, su içi aerobik egzersiz programlarına katılabilir (Thompson 1988, May 1990, Haris 1995).
Büyük eklemlerde esnekliğin azalması nedeniyle yaşlılarda fonksiyonel aktiviteler limitlenebilir. Bu nedenle omuz, kalça, ve gövde esnekliğinin artmasına ihtiyaç duyulur. Omuzun eklem hareketleri ve üst gövdenin geriye doğru hareketi veya gövde ile kalçanın hareketleri veya bunların kombinasyonu esneklik eğitiminde daha etkili olur. İyi postür stres ve yorgunluğu azaltır, gövdenin esnekliğini ve kişinin vücudundan haberdar olmasını gerektirir. Yaşlılarda esnekliğin kazanılması için uygulanan germe egzersizleri emin, etkili ve basit tekniklerle öğretilmelidir (May 1990).
Kalp-dolaşım sistemini ve akciğerlerin fonksiyonunu geliştirmek için düzenlenen aerobik egzersizlerde ise, eğitime yavaşça başlamalı ve şiddeti dereceli olarak artırılmalıdır. Eğitimin etkili olabilmesi için programın hedef kalp hızını artırması gerekir. Tekrarlı hareketleri içeren bazı spor aktiviteleri aerobik eğitim sağlar. Su içi aerobik egzersiz eğitimi eklemler üzerindeki stresi azaltır (hafif dalgalı suda yüzme, egzersiz bisikletine binme, küçük tramplen programları, kompüterize kürek çekme aletleri) (May 1990, Bass vd. 2004).
Gürültüsüz bir ortamda, müzik eşliğinde, ritmik olarak ve sayı sayılarak yaptırılan kalistenik egzersizler de yaşlılarda motivasyonu artırmak için uygulanan bir diğer egzersiz şeklidir. Aynı özellikleri taşıyan kişilerden oluşturulan gruplarla egzersizler daha faydalı ve zevkli hale gelir. Çeşitli hastalık gruplarına göre ve bu gruplardaki kişilerin yetenek ve ilgileri doğrultusunda düzenlenebilir. Bu egzersizlerin denge performansını geliştirici etkileri vardır. Tempoda, sürede ve enduransta değişiklikler yapılarak uygulanabilen bir egzersiz şeklidir (Davis 1965, Greener vd. 1980, Kerschan-Schindl vd. 2000).
Yaşlılarda uygulanan egzersiz programlarında yürüme eğitiminin önemi büyüktür. Destek sağlanması ve ekleme binen stresi azaltması açısından uyumu iyi olan ayakkabı, uygun, rahat ve mevsime uygun elbise ile yürüyüş yapılmalıdır. Program hedef kalp hızına ulaşacak şekilde düzenlenmeli, normal adımla, dengeli ve kolay yürüyebilecek şekilde uygun alan ve zamanda (günün aynı zamanı) yapılmalıdır. Yürüyüşe yavaş başlamalı ve istenilen seviyeye ulaşıncaya kadar süre ve mesafe dereceli olarak artırılmalıdır. Başlangıçta 30 dakikalık yürüme amaçlanır, bu süre ve daha yukarısına günde 10’ar dakika artırarak ulaşılır. Yürüme süresini artırmada yardımcı olacak bazı stratejiler önerilebilir (May 1990, Melzer vd. 2003).
İleri yaşlarda fonksiyonel kapasitenin en yüksek düzeyde korunması için gerekli yaşam şeklinin perspektifi 3 ana başlıkta özetlenebilir. Bunlar;
1. En yüksek olası zirveye ulaşmayı hedeflemek için hayatın erken dönemlerinde müdahalelerin yapılması,
2. Aşağı inişin yavaşlatılması için yetişkin yaşamında gerekli desteğin sağlanması,
3. İleri yaşta yetersizlik eşiğinin üstünde kalmak için gerekli tekrarların ve desteğin oluşturulmasıdır.
Eğer ileri yaşta yetersizlik eşiğinin altında kalındıysa, fonksiyonel kapasiteyi iyileştirme amacıyla gerekli desteğin verilmesi önem kazanır (Kalache 1995).
Yaşlılarda koruyucu rehabilitasyonda optimal sağlığı (maksimal fonksiyonel ve fiziksel kapasite) elde etme prensibi, yaşam kalitesindeki tüm düzenlemelere öncülük etmelidir.
Yaşlının sağlık durumuna bakışı komplikasyonları önlemeye karşı odaklanmalıdır ki, bu durum ise suboptimal sağlık olarak ifade edilir. Suboptimal sağlık düşünüldüğü zaman, yaşlılarda fizyoterapi ve rehabilitasyonun hedefi, optimal sağlık (örneğin; temel sağlık durumu düşünülerek yaşlının maksimal fonksiyonel ve fiziksel kapasite seviyesine ulaşılması) için gayret etmek olmalıdır. Optimal sağlığın korunmasında önleyici yaklaşımlara bir örnek olarak diyabetik yaşlılar verilebilir. Bilindiği gibi, diyabete bağlı alt ekstremitelerdeki duyu kaybı sıklıkla ayakta ülserasyonlara zemin hazırlar. Uygun olmayan ayakkabı ve çoraptaki katlantılar farkına varmadan deride tahriş olmaya ve ayak ülserine yol açabilir. Eğer farkına varılmaz ise, çok küçük bir yara bile olsa alt ekstremitede ampütasyona kadar gidebilir. Buradaki yaklaşım; yaşlının ayak bakımı ile ilgili kendisinin veya bir yakınının eğitiminin, ayakkabı uyumunun değerlendirilmesinin, duyu kaybı ile düzgün deri ve tırnak bakımı konusunda bilgilendirme ve doğru tekniklerin öğretilmesinin gerçekleştirilmesi olmalıdır (Lewis vd. 2002).
Yaşlıların, fiziksel aktivite ve egzersiz eğitimine katılımları Fiziksel uygunluk, Sağlık ve Fonksiyonun korunması için “Halk Sağlığı Programları” içerisinde yer almalıdır (Kırdı vd. 2006).
Aktif yaşlanma, insan yaşamı boyunca yaşam kalitesini yükseltmek için gereken fırsatların optimize edilme sürecidir. Aktif yaşlanma hem kişileri hem de popülasyon gruplarını içerir. Yaşam boyunca insanın fiziksel, sosyal ve mental açıdan iyi olma halinin sağlanması için mevcut potansiyellerinin farkına varmasını ve yardıma gereksinim duyduğunda ise, uygun koruma ve bakımı sağlayarak ihtiyaçları, istekleri ve kapasitelerine göre topluma katılımlarının sağlanmasını hedefler.
“Aktif” kelimesi sosyal, ekonomik, kültürel, manevi ve bireysel olaylara katılımın devamlılığını ifade eder. Aktif yaşlanmanın amacı güçsüz, engelli ve bakıma ihtiyacı olan yaşlıları içeren insanların sağlıklı yaşam beklentisinin uzaması ve yaşam kalitesinin artmasıdır. “ Aktif yaşlanma” terimi Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1990’ların sonunda benimsenmiştir.
Aktif yaşlanma politika ve programlarında yaklaşım kişisel ve yaşlanan nüfusun birçok kesimini hedef almaktadır. Eğer sağlık, eğitim ve sosyal politikalar aktif yaşlanmayı desteklerse aşağıdaki koşulların ortaya çıkması beklenir. Bunlar;
- Yaşamın üretken devresinde prematüre ölümlerin daha az olması,
- Yaşlılarda kronik hastalıklardan kaynaklanan özürlerin daha az meydana gelmesi,
- Yaşlandıkça pozitif yaşam kalitesinden hoşlanan daha fazla insanın olması,
- Toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerine daha fazla insanın katılması,
- Tıbbi ve bakım servislerine bağlı harcamaların azalmasıdır.
Düzenli, orta dereceli fiziksel aktivite fonksiyonel düşüşü geciktirir. Hem sağlıklı hem de kronik hastalığı olan yaşlılarda kronik hastalıkların başlamasını azaltır. Örneğin; düzenli orta şiddetli fiziksel aktivite, tahmin edilen kalp hastalığı ile kardiyak ölüm riskini %20-25 azaltır. Aynı zamanda kalp hastalığı ve diğer kronik hastalıklar ile birlikte yetersizliğin şiddetini de azaltır. Aktif yaşam yaşlı insanların mental sağlığını geliştirir, sosyal iletişimlerini artırır ve olabildiğince bağımsız kalmalarına yardım eder. Düşme risklerini azaltır, böylece yaşlı insanlar fiziksel olarak aktif oldukları sürece ekonomik yararlar elde edilir ve tıbbi harcamalar da önemli ölçüde azalır.
Tüm bu yararlarına rağmen birçok ülkede büyük oranlarda yaşlı insanlar sedanter yaşam tarzını benimserler. Nüfusların düşük gelir düzeyleri, etnik özellikler ve yetersizliği olan yaşlı insanlar çoğunlukla inaktif olma eğilimdedirler. Bu nedenle aktif yaşlanma politikaları ve programları, yaşlarına göre daha aktif hale gelmeleri için inaktif insanları cesaretlendirmelidir (Kırdı vd. 2006).
Yaşlıların aktif olmaları ve yaşamlarını sağlıklı ve kaliteli bir şekilde devam ettirebilmeleri için gerekli olan aktivite programlarının sonuçları ile ilgili çalışmalar gözden geçirildiğinde;
Pomeroy ve ark. (1994) müzik, fizyoterapi, vücudundan haberdar olma ve fonksiyonel mobilite eğitiminin demansı olan yaşlılarda mobilite becerilerini geliştirdiğini, Lazowski ve ark. (1999) yaşlılarda genel fiziksel eğitimin dengeyi pozitif yönde etkilediğini, Rubenstein ve ark. (2000) kuvvet, endurans ve mobilite eğitiminin yüzükoyun düşmelerde dengeyi geliştirdiğini saptamışlardır (Toulette vd. 2003).
Gauchard ve ark.(2001) 2 gruba ayırdıkları yaşlılara aşağıdaki programları uygulamışlar;
Grup 1 --- Düzenli fiziksel ve sportif aktiviteler
- Yoganın düşük-enerji fiziksel aktiviteleri ve hafif egzersiz (haftada 1 kere, 90 dk)
- Koşma (haftada 2 kere), Yüzme (haftada 1 veya 2 kere), Bisiklete binme (haftada 25 km), Yürüme (haftada 1 kere, 5 km)
Grup 2 --- Herhangi bir aktivite yok, sadece düzenli egzersiz yaptırılmış.
Sonuçlar incelendiğinde; Grup 1’de yoga, hafif egzersiz ve Tai Chi’yi içeren egzersizlerin propriosepsiyonu geliştirdiğini, kontrollere göre %27 daha az düşme eğiliminin olduğu kaydedilmiştir. Grup 2’de ise denge kontrolü, vestibüler duyarlılık ve postüral stabilitede gelişmenin olduğu saptanmıştır (Gauchard vd. 2001).
De Vito ve ark. yüksek düşme riski olan yaşlılarda, düşük şiddetli egzersiz programlarının fiziksel fonksiyonlarda düzelmeye neden olduğunu (De Vito vd. 2003), Bean ve ark. yaşlıların mevcut kronik hastalıklarına göre düzenlenmiş uygun egzersiz programlarına devam etmelerinin morbidite ve mortalitede azalmaya ve fizyolojik kapasitede artmaya yol açtığını (Bean vd. 2004), Wellbery düzenli egzersiz alışkanlığı olan yaşlıların uygulanan egzersiz programlarına verdiği cevabın, fonksiyonun ve kapasitenin korunması açısından sedanter yaşam tarzı olanların verdiği cevaba göre çok daha etkili olduğunu (Welbery 2005), Cooper ve ark. çok fazla sigara içme hikayesi olan yaşlı erkeklerde, egzersizin sigara bırakmada yardımcı olduğunu belirlemişlerdir (Cooper vd. 2007).
Karinkanta ve ark. ise 4 gruba ayırdıkları yaşlılara uyguladıkları aşağıdaki programa göre;
Grup 1--- Dirençli eğitim
Grup 2--- Denge ve atlama eğitimi
Grup 3--- 1 ve 2 Kombine eğitim
Grup 4--- Hiçbir eğitim almayan kontrol grubunun sonuçları, evde yaşayan yaşlı kadınlarda, kombine eğitimin fonksiyonel düşüşü önlediği ve kemik kırılganlığının önlenmesinde pozitif etkilerinin olduğunu açığa çıkartmıştır (Karinkanta vd. 2007) .
Yaşla ilişkili en sık karşılaşılan durumlar; hemipleji, osteoartrit, kardiyopulmoner hastalıklar, femur boyun kırığı ve periferal vasküler hastalıklar olarak sıralanabilir. Kronik hastalıkları sonucu günlük yaşamda karşılaştıkları zorluklar nedeniyle yaşam kalitelerini geliştirmek amacıyla yapılan analizlere uygun olarak çeşitli fizyoterapi ve rehabilitasyon yaklaşımları uygulanır (Young 1996).
Yaşlılıkta çok sık karşılaşılan osteoartrit durumlarında, ağrı, azalmış eklem hareketi, kas kuvveti nedeniyle koordinasyon problemleri ve yürüyüşte değişiklikler gözlenir. Dexter (1992), Jenson ve Lorish (1994) çalışmalarında, devamlı ve düzenli egzersiz alışkanlığının pozitif etkiler ortaya çıkardığını saptamışlar (Hurley vd. 2002).
En sık kalça, omurga ve el bileği kırıklarının meydana geldiği osteoporoz durumlarında orta-yüksek şiddetli aerobik egzersizler ve ilerleyici dirençli egzersizlerin kemik kaybına karşı çok önemli koruyucu etki oluşturduğu belirlenmiştir (Frankel vd. 2006).
Yaşlıya, yetersizlikleri ile birlikte içinde yaşadığı topluma hala katkıda bulunabileceği, deneyimlerini paylaşıp onları aktarabileceği, ailesi ve toplumun diğer fertleriyle birlikte yaşamı devam ettirebileceği unutturulmamalıdır.
Yaşlılara “Sağlıklı yaşlanma” ve “Kaliteli yaşam” hedefleri doğrultusunda hizmet sunan, multidisipliner ekip elemanlarından birisi olan ve yukarıda ifade edildiği gibi, yaşlının kendi kendine yetebilmesi için tüm sistemler üzerine olumlu etkiler oluşturan fizyoterapi ve rehabilitasyon programlarının gerçekleştirilmesinde rol oynayan fizyoterapistin bu hizmet sunumunun dünyada ve ülkemizde tarihçesine bir bakacak olursak daha çok etkin bir şekilde aktif politikaların oluşturulmasının gerekliliği karşımıza çıkmaktadır.
Dünyada yaşlılara götürülen fizyoterapi ve rehabilitasyon hizmetlerinin tarihsel gelişimine bakacak olursak; 1. milenyumda ‘yaşlı bakımı’ şeklinde kiliselerde enstitü bakımı sağlanıyordu. 12. ve 14. yüzyıllarda hastane ve manastırlar yaşlıların bakımını üstlenmişti. 19. yüzyılın sonunda, hastane hizmetlerindeki kolaylıkların yaygınlaştırılması ve kalitenin artırılması için kurumsallaşmanın sosyal kabulü gerçekleşti (Williams 1999).
II. Dünya savaşında da ileri yaşın bir hastalık olmadığı belirtilerek, yaşlı insanların rehabilitasyon prensipleri resmileştirildi. 1976 yılında, bir İngiliz fizyoterapist geriatrik tıbbın uygulanmasında disiplinlerarası ekip çalışmasının önemini vurgulamış ve 1978 yılında ise, İngiltere ve Amerika’da “Fizyoterapistler Birliği Geriatri Bölümü’nün” kurulmasına karar verilmiştir (Hawker vd. 1999, Squires 1999, Williams 1999).
1982 yılında Viyana’da “Bağımsızlık, Katılım, Bakım, Kendini Geliştirme ve İtibar” konularında politikaların geliştirildiği yaşlanma ile ilgili ilk “Dünya Yaşlılık Asamblesi” toplanmış ve 1988 yılında da Viyana planının gerçek ve pratik sonuçları olarak Malta’da “Uluslararası Yaşlılık Enstitüsü” (INIA) kurulmuştur (International Plan 1982).
1991’de, 2001’e “Global Hedefler” için strateji çalışması üzerinde odaklaşmak üzere toplantılar yapılmış ve 1992 yılında ise, Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi 47. Toplantıda 2001 yılı için yaşlanma ile ilgili “Global Hedef 1,2,3,4,5,6,7,8” önergeleri kabul edilmiştir (Griffiths 2001).
1997 yılında Japonya’da “Ömür Uzunluğu Ulusal Bilim Enstitüsü” 65 yaş ve üzeri nüfusun gittikçe artması nedeniyle desteklenme olasılıklarının belirlenmesi için kurulmuştur. 1999 yılı, “Uluslararası Yaşlı İnsanlar Yılı” olarak ilan edilmiş ve Dünya Sağlık Örgütü “Toplumun Tüm Yaşlarına Doğru” sloganını belirlemiştir (Patel 1999).
2002 yılında, Madrid’te gerçekleşen “2. Dünya Yaşlılık Asamblesi”nde kabul edilen“ 1- Yaşlılar ve Kalkınma, 2- Yaşlılıkta Sağlık ve Refahın Sağlanması, 3- Olanaklar Sunan Destekleyici Ortamların Sağlanması” hak ve ilkeleri doğrultusunda “Uluslararası Eylem Planı” kapsamında ülkemizde de 2004 yılında DPT ve SHÇEK koordinatörlüğünde “Üniversiteler, Kamu Kurum ve Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri’nden konunun uzmanları ile “Yaşlanma Ulusal Eylem Planı” başlatılmıştır. Bu Eylem Planı’ndaki 3 ana başlıkla ilgili olarak “Mevcut Durum ve Sorunlar” ortaya konmuş ve “Gerçekleştirilecek Eylem Planları” hazırlanmıştır (DPT Ulusal Eylem Planı 2007).
Yaşlılarla ilgili fizyoterapi ve rehabilitasyon çalışmaları ülkemizde çeşitli üniversitelerde veya devlete ya da özele ait kurumlarda sürdürülmekle birlikte yeterli sayı ve düzeyde değildir. Bu çalışmalar daha çok proje düzeyinde ve gönüllü olarak yürütülmektedir. Tüm dünyadaki yaşlılara sunulan fizyoterapi ve rehabilitasyon hizmetlerindeki standardizasyonun ve bilgi alışverişinin sağlanması, bilimsel düzeyin artırılması amacıyla 10 Ekim 2002 tarihinde İngiltere’de Amerika, Almanya, Avustralya, İngiltere, İrlanda ve Türkiye’den delegelerin katılımı ile “Uluslararası Yaşlı İnsanlarla Çalışan Fizyoterapistler Derneği- International Physical Therapists Working with Older People (IPTOP) ”ın ilk resmi olmayan grup çalışması başlatılmış, 7-12 Haziran 2003 tarihleri arasında Barselona’da düzenlenen Dünya Fizyoterapistler Birliği’ (WCPT) nin 14. Uluslararası Kongresi’nde de 6 alt grubundan 1’i olarak IPTOP resmi olarak toplam 18 ülke ve 8000 fizyoterapist ile kurulmuştur. Bu toplantıda, tüm dünyada yaşam süresinin uzaması ile birlikte yaşlıların ihtiyaç duyduğu kaliteli bir yaşam için gerekli koruyucu ve teşvik edici yaklaşımlarla ilgili çalışma ve hizmetlerin yoğunlaştırılması, standartların geliştirilmesi için destek verilmesi, yeni gelişmelerin yaygınlaştırılması ve bilimsel çalışmaların teşvik edilmesi kararlarına varılmıştır. IPTOP’ un yaşam süresinin uzaması ve kaliteli bir yaşam için temel hedefleri; koruyucu ve teşvik edici yaklaşımlarla ilgili çalışma ve hizmetlerin yoğunlaştırılması, standartların geliştirilmesi için destek verilmesi, yeni gelişmelerin yaygınlaştırılması, bilimsel çalışmaların teşvik edilmesi, multidisipliner yaklaşımların desteklenmesidir ("www.iptop.wcpt.org")
Ülkemizde de bu alanla ilgili çalışmalar fizyoterapi ve rehabilitasyonun temel konularından birisi olduğu için yıllardır çeşitli üniversitelerde veya devlete ya da özele ait kurumlarda bilimsel olarak yürütülmektedir. Ayrıca toplumun tüm yaş gruplarına yaşlılık dönemine yönelik gerekli koruyucu ve destekleyici hizmetlerin yaygınlaştırılması, ulusal standartların uluslararası çalışmalara paralel geliştirilmesi, bu alanda çalışan meslektaşlarımız arasındaki iletişimin sağlanması ve bilimsel çalışmaların teşvik edilmesi için Ekim 2002 tarihinde İngiltere’deki toplantıdan sonra ülkemizde başlatılan “Türkiye Fizyoterapistler Derneği Geriatri Özel İlgi Grubu”ndaki çalışmalar 14 Nisan 2005 tarihinden itibaren “Geriatri Fizyoterapistleri Derneği”nde devam etmektedir.
Ülkemizde yaşlılara daha çok “Barınma yeri” olarak hizmet veren Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna Bağlı Huzurevleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Bağlı Huzurevleri, Yerel Yönetimlere ait Huzurevleri, Dernek ve Vakıflara ait Huzurevleri, Azınlıklara ait Huzurevleri ve Gerçek Kişilere ait Özel Huzurevleri mevcuttur. Ayrıca evde yalnız veya ailesi ile birlikte yaşayan yaşlıların yaşam kalitelerini değerlendirmek, sosyal ve psikolojik gereksinimlerinin karşılanmasında destek hizmetleri vermek amacıyla gündüzlü 5 Yaşlı Dayanışma Merkezi de bulunmaktadır. 8.1.2009 tarihi itibariyle Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı huzurevleri olarak 79 kurum mevcut olup, ilk kurum Konya’da 1966 yılında hizmete açılmıştır. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait 7 kurum vardır, ilki Salihli’de 1982 yılında hizmet vermeye başlamıştır. Belediyelere ait kuruluşlarda 22 huzurevi vardır, ilk kurum İstanbul’da 1895 yılında hizmet vermeye başlayan Darülaceze’dir. Dernek ve vakıflara ait 35 kuruluş mevcuttur, ilki 1962 yılında hizmete açılmıştır. Azınlıklara ait 7 kuruluş olup, ilk kurum 1832 yılında hizmet vermeye başlamıştır. Gerçek kişilere ait özel huzurevleri olarak 112 kurum vardır, ilki 1986 yılında hizmete açılmıştır. Türkiye’de yaşlılara hizmet veren toplam 263 kuruluş bulunmaktadır (SHÇEK Dökümanları 2000 ve 2007). 31.12.2007 tarihi itibariyle SHÇEK verilerine göre yaşlılara hizmet veren toplam 263 kuruluşta, 135 Fizyoterapist, 1140 Sosyal Çalışmacı, 221 Psikolog, 535 Hemşire, 75 Diyetisyen istihdam edilmektedir (SHÇEK Dökümanı 2007). Bu sayısal veriler, diğer meslek elemanları gibi fizyoterapistlerin de yaşlılara hizmet sunumunda ne kadar yetersiz sayıda istihdam edildiklerini çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkartmaktadır.
Dünyada yaşlılara hizmet veren kurumlarla ilgili hizmet sunumunun birinci milenyumda başlatıldığı ve 19. yüzyılda daha profesyonelce hizmetlerin yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, II. Dünya Savaşında kalitenin artırılması ve kurumsallaşmanın gerçekleştirilmesi yönündeki yapılanmaların devam ettirildiğine dikkat edecek olursak, ülkemizde bu hizmetin başlatılması, yaygınlaştırılması ve yapılandırılmasındaki yetersizliklerin azaltılması için gereken çalışmalar sürdürülmekte ise de, bu konuda daha aktif ve yapıcı yaklaşımlarda bulunulması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Nüfusun yaşlanması bütün ülkeler açısından büyük önem taşıyan sonuçlar yaratacaktır. 21. yüzyılda yaşlılara götürülecek hizmetlerde ulaşılması gereken hedeflerden birisi yaşlı nüfusun sağlığını, bağımsızlığını ve hareketliliğini sağlamak, diğeri ise yaşlıların hastalıklardan ve yetersizliklerden en iyi nasıl korunabileceklerini kendilerine multidisipliner yaklaşımla öğretmek olacaktır.
Prof. Dr. Nuray KIRDI
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü Öğretim Üyesi,
Geriatri Fizyoterapistleri Derneği Başkanı
Kaynakça
1. Alora JF. (1981). Exercise and Skeletal Health. J Am Geriatr Soc. 29(3):104.
2. Bass SL, Nowson C, Daly RM. (2004). Reducing the Risk of Osteoporosis: The Role of Exercise and Diet. (In) M. Morris, A. Schoo . (eds). Optimizing Exercise and Physical Activity in Older People. Butterworth Heinemann, Edinburgh .
3. Bauman A. (2004). Health Benefits of Physical Therapy for Older Adults. Epidemiological Approaches to the Evidence (In) M. Morris, A. Schoo.(eds). Optimizing Exersice and Physical Activity in Older People. Butterworth Heinemann, Edinburgh, London.
4. Bean JF, Vora A, Frontera WR.(2004). Benefits of Exercise for Community-Dwelling Older Adults. Arch Phys Med Rehabil. 85 (Suppl): 31-42.
5. Beljan JR. (1984). Exercise Programs for the Elderly. JAMA. 252 (4): 544
6. Birleşmiş Milletler’in “Uluslararası Yaşlılık Enstitüsü” ve “Dünya Fizyoterapistler Konfederasyonu” ile Birlikte Düzenlediği “İlk Uluslararası Kısa-süreli Kurs” Notları (1997).
7. Borglin G, Jacobsson U, Edberg A-K, Hallberg IR.(2005). Self-reported Health Complaints and Their Predictors of Overall and Health Related Quality of Life among Elderly People. Int J Nurs Stud. 42:147-158.
8. Bortz WM. (1980). Effect of Exercise on Aging-Effect of Aging on Exercise. J Am Geriatr Soc. 28(2): 49.
9. Brown WJ, Lee C. (2004). Grandmothers on the Move: Benefits, Barriers and Best Practice Interventions for Physical Therapy in Older Women. (In) M. Morris, A. Schoo. (eds). Optimizing Exercise and Physical Activity in Older People. Butterworth Heinemann, Edinburgh
10. Bruce DG, Devine A, Prince RL. (2002). Recreational Physical Activity Levels in Healthy Older Women: The Importance of Fear and Falling. J Am Geriatr Soc. 50: 84-92.
11. Chamie M. (1991). Aging, Disability and Gender. BOLD. 2(1): 24-28.
12. Clark GS, Siebens HC. (1998). Geriatric Rehabilitation. (In) JA. Delisa. (ed). Rehabilitation Medicine Principles and Practice. Lippincott-Raven Publishers. Philadelphia.
13. Clark PG.(1995). Quality of Life, Values, and Teamwork in Geriatric Care: Do We Communicate What We Mean?. Gerontol. 35 (3): 402-411.
14. Cooper TV, Resor MR, Stover CJ, Dubbert PM. (2007) Physical Activity and Physical Activity Adherence in the Elderly Based on Smoking Status. Addict Behav (in press). doi:10.1016/j.addbeh.2007.01.007.
15. Davis JE. (1965). Exercise in Mental Disease. (In) S. Licht. (ed). Therapeutic Exercise. Maryland, 8. edition. Waferly Press Incorporated. Baltimore.
16. De Vito CA, Morgan RO, Duque M, Abdel-Moty E, Virnig BA. (2003). Physical Performance Effects of Low-intensity Exercise among Clinically Defined High-risk Elders. Gerontol. 49: 146-154.
17. DiPietro L. (2001). Physical Activity in Aging: Changes in Patterns and Their Relationship to Health and Function. J Gerontol. 56A (special issue II).13-22.
18. DPT Yaşlanma Ulusal Eylem Planı 2007.
19. Drinkwater BL. (1975). Aerobic Power of Females, Ages 10 to 68. J Gerontol. 30(4): 385.
20. Dünya Sağlık Raporu .21. Yüzyılda Yaşam. Herkes için Bir Vizyon. 1998.
21. Elliot B, Lıoyd D, Ackland T. (2004). Biomechanical and Neuromuscular Considerations in the Maintenance of an Active Lifestyle. (In) M. Morris, A.Schoo.(eds). Optimizing Exercise and Physical Activity in Older People. Butterworth Heinemann..Edinburgh.
22. Finlay O, Giffen T, Elliot I. (2002). Sheltered Housing Access Audit 2002. Report for Oaklee Housing Association .
23. Frankel JE, Bean JF, Frontera WR. (2006). Exercise in the Elderly: Research and Clinical Practice. Clin Geriatr Med. 22: 239-256.
24. Fuller NJ, Sawyer MB, Coward WA, Paxton P., Elia M. (1996). Components of Total Energy Expenditure in Free-Living Elderly Men (over 75 years of age): Measurement, Predictability and Relationship of Quality-of-Life Indices. Br J Nutrit. 75:161-173.
25. Gauchard GC, Jeandel C, Perrin PP. (2001). Physical and Sporting Activities Improve Vestibular Afferent Usage and Balance in Elderly Human Subjects. Gerontol. 47: 263-270.
26. Greener M, Weber T, Dimick S, Ratliff R. (1980). Physiological Responses to Low-Intensity Cardiac Rehabilitation Exercises. Phys Ther. 60(9): 1146-1151.
27. Griffiths VG. (1992). Global Targets to 2001. BOLD. 3(1): 1.
28. Guallar CP, Sandino AR, Banegas JR, Lopez GE, Rodriguez AF. (2005). Differences in Quality of Life Between Women and Men in the Older Population of Spain. Soc Sci Med. 60:1229-1240.
29. Haris S. (1995). Self-care in Health and Disease: Guides for the Elderly, No.9. “Who? Me?! Exercise?” Safe Exercise for People over Sixty. World Health Organisation Regional Office for Europe Copenhagen.
30. Hastings M, Lucinda S. (1999). Physiotherapy with Older People: Standards of Clinical Practice. Agility. 20.
31. Hawker M, Squires A, Smith A. (1999). ACPGM (1978) to ACPSIEP (1986). Agility (commemorative issue). 16-17.
32. Hurley M, Dziedzic K, Bearne L, Sim J, Bury T. The Clinical and Cost Effectiveness of Physiotherapy in the Management of Elderly People with Common Rheumatological Conditions. Evidence Briefing. The Chartered Society of Physiotherapy. March 2002.
33. International Plan of Action on Ageing Vienna 1982. (1992). BOLD. 3 (1): 2-8.
34. Kalache A. (1995). Population Ageing: A Worldwide Challenge for Public Health. International Forum on Health Proceedings. 191-200.
35. Karinkanta S, Heinonen A, Sievanen H, Uusi-rasi K, Pasanen M, Ojala K, Fogelholm M, Kannus P. (2007). A Multi-component Exercise Regimen to Prevent Functional Decline and Bone Fragility in Home-dwelling Elderly Women: Randomized, Controlled Trial. Osteoporos Int. 18: 453-462.
36. Kerschan-Schindl K, Uher E, Kainberger F, Kaider A, Ghanem AH, Preisinger E. (2000). Long-Term Home Exercise Program: Effect in Women at High Risk of Fracture. Arch Phys Med Rehabil. 81: 319-323.
37. Kırdı N, Bumin G, Kayıhan H. (2006). Geriatrik yaş Grubunda Yaşam Kalitesi ve Değerlendirmesi, (In) S. Arıoğul (ed). Geriatri ve Gerontoloji, MN Medikal & Nobel. Ankara.
38. Kırdı N, Erbahçeci F, Uyanık M, Ayhan Ç. (2006). Yaşlılık ve Egzersiz. (In) S. Arıoğul. (ed). Geriatri ve Gerontoloji, MN Medikal& Nobel.. Ankara
39. Kırdı N, Erbahçeci F, Uyanık M, Erden Z, Yücel H, Ayhan Ç. (2005). Sağlıklı Yaşlanma ve Egzersiz . Grafik Sanat Tasarım Basım Ltd. Şti. Ankara.
40. Lamb SE. (2000). Exercise and Lifestyle. (In) JG. Evans, F. Williams, BL. Beattie. (eds.) Oxford Textbook of Geriatric Medicine. Oxford University Press. Second edition.
41. Lampman RM. (1987). Evaluating and Prescribing Exercise for Elderly Patients. Geriatrics. 42(8): 63.
42. Larson EB, Bruce RA. (1987). Health Benefits of Exercise in an Aging Society. Arch Intern Med. 147: 353.
43. Lewis CB, Bottomley J.M. (2002). Geriatric Physical Therapy. A Clinical Approach. Appleton & Lange. Norwalk. Connecticut.
44. May BJ. (1990). Principles of Exercise for the Elderly. (In) JW. Basmajian, SL. Wolf. Therapeutic Exercise. Fifth edition. Williams & Wilkins. Baltimore.
45. Melzer I, Benjuya N. (2003). Effect of Regular Walking on Postural Stability in the Elderly. Gerontol. 49: 240-245.
46. Nass R, Thorner MO. (2004). Life Extension Versus Improving Quality of Life Best Practice and Research. Clin Endoc Metabolism. 18 (13): 381-391.
47. Patel R. (1999). International Year of Older People 1999: Towards a Society for All Ages. Agility (commemorative issue).42.
48. Ringsberg KAM, Garsell P, Johnell O, Josefson PO. (2001). The Impact of Long-Term Moderate Physical Activity on Functional Performance, Bone Mineral Density and Fracture Incidence in Elderly Women. Gerontol. 47: 15-20.
49. SHÇEK’e Bağlı Huzurevleri Dökümanı (2000).
50. SHÇEK’e Bağlı Huzurevleri Dökümanı (2007).
51. Spirduso WW. (1980). Physical Fitness, Aging and Psychomotor Speed: A Review. J Gerontol, 35(6): 850.
52. Squires A, Hastings M. (1997). Physiotherapy with Older People: Calculating Staffing Need. Physiotherapy. 83 (2): 58-64.
53. Squires A, Hastings M. (1999). Calculating Physiotherapy Staffing Needs for Work with Older People. Agility. 21.
54. Squires A. (1999). New Ageing in the UK-Facks for Physiotherapists. Section 3: The Future. Agility (commemorative issue). 36-38.
55. Thompson RF. (1988). Effects of Physical Exercise for Elderly Patients with Physical Impairments. JAGS. 36 (2): 130.
56. Toulette C, Fabre C, Dangremont B, Lensel G, Thevenon A. (2003). Effects of Physical Training on the Physical Capacity of Frail, Demented Patients with History of Falling: A Randomized Controlled Trial. Age Ageing. 32: 67-73.
57. Wagstaff P, Coakley D. (1988). Physiotherapy and the Elderly Patient. Croom Helm Ltd, London.
58. Wellbery C. (2005). Physical Function and Levels of Activity in the Elderly. Am Fam Phys. 71(3):594.
59. Williams B. (1999). History of Geriatric Medicine in the United Kingdom. Section 1: The Past. Agility (commemorative issue). 12-13.
61. Young J. (1996). Caring for Older People, Rehabilitation and Older People. BMJ.313:677-681.